13 Aralık 2015 Pazar

                           AV  PEŞİNDE


Dayısından yediğim tokatın acısından çok Bengü’nün, kendisine askıntı olan, tanımadığı birisi olduğumu söylemiş olmasının acısı henüz yüreğimi dağlamağa devam ettiği günleri yaşıyordum. Bir Pazar günüydü. Henüz Yozgat yurdunda kalıyordum. Oda arkadaşım, sırdaşım, can yoldaşım Turan bir tanıdığını ziyarete gitmişti. Canım burnumdaydı. Biraz ders çalışmayı denedim. Kafama bilgi kırıntısı bile girmiyordu. Çıktım, avare yürümeye başladım. Bir süre sonra Konservatuvarın yan tarafındaki otobüs durağında olduğumu fark ettim. Nereye gittiğine bakmaksızın gelen ilk otobüse atladım. Otobüsün ikili koltukları oturan yolcularla doldurulmuştu. Tek boş yer olan, bir genç kızın yanındaki koltuğa oturdum. Karamsar, kızgın, küskün hayallerime dalıp gitmişim.
-Burası nere?  Diyen bir sesle dalgınlığımdan uyandım.
-Bana mı soruyorsunuz? Vallaha ben buraları hiç bilmiyorum, ilk defa geliyorum.
-Durak ismi yazmıyor da. Siz belki biliyorsunuzdur diye sormuştum.
-Nerde inecektiniz? diye sordum.
-Bilmiyorum. Ya siz?
-İnanın ben de bilmiyorum.
Yüzüme bakıp gülümsedi, ben de ona gülümsedim.
-Yani gideceğiniz yerin adresini mi bilmiyorsunuz? Dedim.
-Hayır nereye gideceğimi düşünmeden, amaçsızca bindim bu otobüse. Evde çok bunaldım. Biraz hava alayım diye çıktım.
Onun duyamayacağı, mırıldanır bir sesls;
-Şu işe bak, rastlantı ancak bu kadar olabilir.
-Bi şey mi dediniz iyi duyamadım da.

Şey, diyeceğim şu ki, inanmayacaksınız bana, ama size yemin ederim ben de yurttaki odamdan aynı duygularla çıkmıştım. Yani çok canım sıkılıyordu, biraz hava alayım diye çıktım. Bu otobüse de nereye gittiğine bakmadan, öylesine bindim. Ve otobüste tek boş koltuk burasıydı. Bu rastlantının bir anlamı olmalı değil mi?
Gene karşılıklı gülümsedik.
-Siz yurtta kaldığınıza göre öğrencisiniz galiba. Nerde okuyorsunuz?
Bu soruyla birlikte koyu bir sohbet başlamış oldu. Birbirimize isimlerimizi söyleyerek tanıştık. Adı Gülşen di. Ne kadar güzel bir isim olduğu, ona nasıl da yakıştığı geçti aklımdan. Durumlarımızdan, ailelerimizden, yaşantımızdan söz ettik. Bir süre sonra siz, bizliği de bırakıp sohbetimizi senli, benli sürdürmeye başladık.

İki yıl kadar önce, şehirlerarası kamyon şoförlüğü yapan, kendinden on üç yaş büyük birisiyle ailesinin arzusu üzerine on yedi yaşında evlendirildiğini söyledi. Kocası, her ayın nerdeyse tamamını dışarılarda geçiriyormuş. Eve gelebildiği birkaç günde de daha çok arkadaşlarıyla içerek vakit geçiriyormuş. Gereksinimler için bir miktar para bırakıp belirlenemeyen bir zamanda dönmek üzere çıkıp gidiyormuş.

-Onu sevecek kadar fırsatım olmadı. Onun da beni yeterince tanıdığını, sevdiğini düşünmüyorum. Senin anlayacağın pek mutlu sayılmam. Bu yüzden de çok sıkılıyorum. Kendimi sokaklara vuruyorum böyle. Başka ne yapabilirim ki. Sence ben haksız mıyım? Haksız sayılmam değil mi?

Bence asla haksız sayılamazdı. Böyle bir kadının ömrünün en güzel yıllarını boş bir evde, tek başına oturup, ne zaman geleceği belli olmayan, kocasını bekleyerek geçirmesi bence de hiç adil değildi.  O kadar genç ve narindi ki. Asla evli bir kadın gibi görünmüyordu.
Evli olduğunu söyleyinceye kadar onun lisede ya da üniversitenin ilk sınıflarında okuyan bir genç kız olduğunu düşünmüştüm. Hafif etine dolgun olmasına karşın, mükemmel bir vücudu vardı. Bukle, bukle sarı saçlarını, özenle yaratılmış yüzünün güzelliğini, iri, zeytin yeşili, bakan birinin doğrudan kalbine bir ok gibi saplanan harika bir çift göz tamamlıyordu. Ucu hafifçe kalkık küçük burnu, cazibesini bir kat daha artırıyordu. Kısacası, yaratılışı, Yaratanın boş bir zamanına denk gelmiş olan şanslı bir yaratıkdı.

“Tanrının beni böyle hoş bir rastlantıyla ödüllendirmesinin bir anlamı olmalı. Bengü’nün kalbimde açtığı yarayı sarıp iyileştirme görevini yüce Tanrı bu kadına mı vermişti yoksa. Yoksa İlahi gücün, haftalardır çektiğim gönül acısını dindirmek için bana bir ödülü müydü Gülşen. Bir gün mutlaka, bu güzel kadını koluma takıp Bengü’nün karşısına çıkmalıyım. Yeryüzünde sadece kendisinin olmadığını ona göstermeliyim.” Aklımdan şimşek gibi geçti bu düşünceler.

Ertesi gün akşamüstü saat altı civarında Dikimevi Pastanesinde buluşmak üzere sözleştik. Tekrar indiğimiz otobüs durağına yürüdük. Az sonra gelen bir otobüse binmek üzere hareketlendi. El sıkışarak ayrıldık. Bulunduğum taraftaki bir koltuğa oturuşunu izledim. Otobüs hareket edince, dünyanın en tatlı gülücüğüyle el salladı. Bütün kibarlığımla, şirinliğimle ve coşkuyla karşılık verdim.  Otobüs dönemecin arkasında kayboluncaya kadar ardından baktım. Hiç uyanmak istemediğim bir güzel rüyanın ortasında gibiydim. İçim içime sığmıyordu adeta. Bu bir mucizeydi sanki. Başka nasıl açıklanır, nasıl yorumlanabilirdi ki?

O gece geç vakitlere kadar gözüme uyku girmedi. Yarınki buluşmamızda onun ilgisini çekecek neler anlatmalıydım ona? Gülşen’in güvenini nasıl kazanmalıydım? Kendime nasıl bağlamalıydım? Beni çekici bulmasını, hatta beni sevmesini nasıl sağlamalıydım? Tanrım, aklıma hiç ilginç şeyler gelmiyordu. Randevumuza bir çiçekle gitmem yakışık alır mıydı ki. Para sorunum yoktu. İki aydır DSİ de çalışıyordum. Gülşen’in arzu ettiği her şeyi ona alabilirdim. Ona pastanenin en güzel pastasını, en güzel tatlısını ısmarlardım. Beni yorgun düşüren bu tarz düşüncelerle boğuşurken uyumuşum.

Randevu saatinden en az on dakika önce pastanedeydim. İçerde bir tur atıp, ısmarlayabileceğim ilginç yiyeceklere bir göz attım. Sonra dışarı çıktım, bir ağacın gölgesinde Gülşen’in gelmesini bekledim. Tam saatinde ara sokaktan pastaneye doğru yürüdüğünü fark ettim. Pastanenin kapısında karşıladım onu. Öpüşmek üzere yanağını uzatması kaygılarımın uçup gitmesini sağlamaya yetti. İçeri girdik, köşede boş bir masaya oturduk.

Üzerinde mavi, iri çiçekleri olan çok şık bir elbise vardı. Süründüğü koku, o güne kadar burnumun tanık olduğu en güzel kokuydu. Makyajı hiç abartılı değildi. Ne yandan baksan görgülü, kültürlü ve varlıklı görünen bir havası vardı. Gülümseyerek bakıyordu gözlerime. Her şey ona o kadar yakışıyordu ki. Bir süre ikimiz de bir şey söylemeksizin bakıştık. “Tanrım! Ne kadar şanlıyım ben. Bu güzel kadını hak etmek için kimi dardan çekip kurtardım, kime can suyu sundum, nasıl bir sevap işledim ki?”

Garsona siparişlerimizi verdik. Beklerken gülümseyerek gözlerime bakıp; “Ben sana her şeyimi anlattım, şimdi de anlatma sırası sende. Bana kendinden söz et. Nerelisin? Ailen nasıl? Kardeşlerin, arkadaşların, okulun? Yani seninle ilgili her şeyi bilmek istiyorum.” dedi. Bu sözleri kalbimi, ruhumu havalara uçurmağa yetti de arttı. Sesimin en yumuşak tonuyla, bir saate yakın bir süre, onun sormadığı konuları da anlattım. Bu arada garsona yeni siparişlerimiz oldu. Bana çok çabuk geçmiş gibi gelen iki saati aşkın bir sürenin sonunda Gülşen; “Bir akrabama daha uğrayacağım, artık kalkmam lazım.” diyerek ayağa fırladı. Bir öğrenci için hiçte küçümsenemeyecek bir hesap ödedim ve pastaneden çıktık.

“Sokağın ilerisindeki fotoğrafçıda resimlerim var, bugün verecekti. İstersen birlikte yürüyelim, oradan ayrılırız.” Dedi. Yürürken; “Yarın nasılsa Cumartesi. İşe gitmiyorum. Daha erken buluşabiliriz. Ne dersin? Öyleden önce buluşalım mı?”  Sorumu, tatlı ve biraz da çapkın bir gülümseme ile yanıtladı. “Benimle birlikte olmayı çok mu istiyorsun? Yarın çarşıya çıkacaktım zaten. İstersen birlikte çıkarız.”
Sevincimi belli etmemeye çalıştım. Daha o andan başlayarak, yarınki beraberliğimizin hayalini kurarken, kapısının üstünde –Foto Şahin- yazan fotoğrafçı dükkanından içeri girdik.

Birisi büyütülüp çerçevelenmiş, gerisi de bir zarfın içinde olan resimleri fotoğrafçı Gülşen’e uzattı. Borcunun yirmi tl. olduğunu öğrenir öğrenmez Gülşen’in ödemesine fırsat bırakmadan çıkarıp ödedim. Foto Şahinden çıktık, yine gülümseyen zeytin yeşili gözleriyle gözlerime baktı, içimi yaktı, bir kez daha gönlüme aktı, içten bir yanak öpücüğüyle ayrıldık.

Evelsi akşam yurda gelmediği için anlatma fırsatı bulamadığım Arkadaşım Turan’a, başıma gelen bu harikulade olayı başından sonuna kadar, coşku içinde anlattım. Şaşkınlıkla, merakla ve gözleri parlayarak dinledi beni. Aslında kadın, kız konularında oldukça şanslı ve yetenekli olduğumu söyledi. Daha başka hoş sözler de söyledi. Egomu bir hayli kabarttı. Kendimle gurur duymağa başladım. “Bu güzeller güzeli yengemizi ne zaman benimle tanıştırmayı düşünüyorsun acaba?” diye sormasını bekliyordum. Nitekim kinayeli biçimde sordu.
-Ne zaman tanışdıracaksın beni? 
-Elbet onun da sırası gelecek. Sana bunun çok uzun sürmeyeceğini söyleyebilirim. Bak bunu ilk defa sana anlattım. Şimdilik kimseye bi şey söyleme lütfen.  Dedim ve konuyu kapattık.

O gece yine yatağımda geç saatlere kadar müthiş hayaller kurdum. Hayallerimin odak noktası, bizi kimsenin rahatsız etmeyeceği, istediğimiz zaman birlikte olabileceğimiz, çılgınlar gibi aşkımızı yaşayabileceğimiz, sevişebileceğimiz bir mekan sağlamaktı. Öğrenci yurdunda bunun olması olanaksızdı. Gülşen’in evine gitmek de onun için tehlikeli olabilirdi. Gerçi bana, onun evinde buluşmamızı düşündürecek hiçbir iması bile olmamıştı ama. Yurttan ayrılıp bir ev kiralayarak oraya taşınmak bile hayallerim arasındaydı. “Neyse, işler biraz daha ilerlesin hele, bunu birlikte düşünüp, kararlaştırırız.”

Cumartesi günü saat on bir sularında Ulus Meydanındaki Akman  Pastanesinde buluştuk. Birer dondurma yedikten sonra Anafartalar caddesine yöneldik.  Cadde boyu birkaç mağazaya girip çıktıktan sonra, şimdi ismini hatırlayamadığım ünlü bir ayakkabı mağazasına girdik. Gülşen bir yığın ayakkabıyı giyip çıkardıktan sonra birinde karar kıldı. Yüz on lira olan ayakkabıyı sıkı bir pazarlıkla doksan liraya indirdi. Yanımda yüz elli lira kadar param vardı. Ayakkabının parasını ona verdirecek değildim herhalde. Sevdiğim kadın için değil doksan, yüz doksan da helal olsun. Parayı ödedim. Mağazadan ayrılmak üzereyken çıkışta vitrindeki çantayı göstererek; “Aaa! Uzun zamandır hayalini kurduğum çanta bu. Almazsam uyku uyuyamam.” Diyerek tekrar içeri yöneldi. Tezgahtar, Gülşen’in çantayı taksitle almak istediğini öğrenince pazarlık yapmadı. Yüz atmış liraya, altı taksitte ödenmek üzere çantayı aldık. Peşinatı olan yirmi beş lirayı da ödedim. Kalanına da kefil oldum, mağazadan ayrıldık. Vakit öylen olmuştu. Yine Anafartalar Caddesinde bir restorana girip yemek yedik. Paramın kalanını da orada yemeğe ödedim. Artık sadece yol parasına kaldı cebimde. Şükür ki yeni bir alış veriş daha yapmadı. O semtte oturduğundan söz ettiği teyzesini ziyarete gideceğini söyledi.  Ertesi gün için yine randevulaştık ve saat üç sularında ayrıldık.

Pazar günkü buluşmamızda Gülşen’i Atatürk Orman Çiftliğine götürmeyi düşünüyordum. Orada ona, sürprizimi açıklayacağım. Kimselerin bizi rahatsız edemeyeceği arkadaşımın evine gitmeyi teklif edeceğim. Buna çok sevineceğinden eminim. Eğer orda da rahat edemezsek ben de arkadaşım gibi bir eve çıkarım. Evi dayayıp döşemem gerekmez. Bir somya, bir masa, iki sandalye yeter de artar bile. Kirası da 250 tl. yi geçmemeli.
Akşam olmadan fakülteden sınıf arkadaşım olan Naci’yi bulmam gerekiyordu. Naci Sıhiye’nin arka sokaklarında, bir apartmanın bodrum katında bir arkadaşıyla birlikte oturuyordu. Önümüzdeki hafta içinde, onun için uygun olan bir günde birkaç saatliliğine evin anahtarını istemeyi planlıyordum. Önce, Maltepe’de onun sıkça gittiği kahveye uğradım, orada yoktu. Oradan evine yollandım. Kapıyı birkaç kez çaldım ses seda yoktu. Sokağın karşı sırasındaki kahvehanede, evin kapısını görebileceğim bir konumda bir sandalye çekip oturdum.

Yarım saate yakın bir süre sora, elinde birkaç kitapla sokağın köşesinde Naci göründü. yerimden fırlayıp, içeri girerken yetiştim. El sıkıştık, içeri buyur etti.  Pabuçlarımızı kapının arkasında bırakıp birlikte içeri girdik. Okuldan, derslerden, hocalardan söz ettik.
Kız arkadaşına getirdim lafı. Sık sık buraya geldiğini, ciddi, güzel, mutlu bir beraberlikleri olduğunu söyledi.
-Benim de güzel bir kız arkadaşım var. Ama el ele tutuşmaktan öte bir yakınlığımız olmuyo. Bu durumdan ikimiz de mutlu değilik.
-Neden daha ötesi olmuyo? İkiniz de isdedikden sona. Kim engel oluyo ki? Ya da neden çekiniyonuz ki?
-Kimse engel olmuyo, kimseden çekindiğimiz de yok da, sokak ortasında sarılacak, öpüşecek halimiz yok ki gardaşım.
-Haa! Şimdi anladım, sen benden evi vermemi isdiyon, onun için geldin.
-Öyle değil be Naci de, valla ocağına düşdüm yani. Evde olmadığınız bir gün, birkaç saatliğine bana anahtarı verebilirsen bu iyiliğini hiç unutmam. O zaman dile benden ne dilersen. Evi bıraktığından daha temiz, daha derli toplu teslim ederim emin ol yani.

Sonuçta Naci, önümüzdeki haftanın Perşembe günü, saat bir ile üç arası evi kullanmama izin verdi. “Yalınız, girip çıkarken dikkatli olun, kimsenin olmadığı zamanı gollayın. Laf söz olmasın. Sana yedek anahtarı veriyim. İşiniz bittiğinde anahtarı sana gostereceğem yere bırakırsın.” Kalkıp Naci’nin boynuna sarılmamak için kendimi zor tuttum. Sevincimi belli etmemek için, gereksiz kalkıp lavaboya gittim. Lavabodan dönüşte de; “O zaman ben izin isteyim. Bu müjdeyi Gülşen’e hemen vermem lazım.” Diyerek ayaklandım. Naci kitaplık rafındaki bir kutudan aldığı anahtarı bana verdi. Dışarı çıktık. Bahçe duvarındaki bir kovuğu gösterdi; “İşin bitince anahtarı buraya koyarsın, tamam mı?” Öpüşüp Naci’den ayrıldım.

Pazar sabahı Gülşen’le dikimevi pastanesinde buluştuk. Pastanedeki kahvaltı sırasında ona, “ Bugün Atatürk Orman Çiftliğine gidelim mi? Daha önce hiç gitmiş miydin? Ben bir kere gittim, ama tam olarak gezdiğim söylenemez.” Dedim. O da; “Ben hiç gitmedim. Doğrusu görmeyi isterim, çok iyi olur.” Dedi. Pastaneden ayrıldıktan sonra Cebeci Tren İstasyonuna indik. Kısa bir süre sonra trendeydik.

Çitlikte hayvanat bahçesini gezdik. Yürümekten yoruldukça ağaçların altındaki banklarda oturduk, iki fıkra anlattı gülüştük. Ötemizdeki bankta bir oğlanla sevgilisi kollarını birbirinin boynuna dalamış olarak oturuyorlardı. Bu sahneden aldığım cesaretle bende kolumu Gülşen’in boynuna attım. Tepki vermeyince de sarılıp biraz daha kendime çektim. Daha fazlasına cesaretim yetmedi. Perşembe günü bir arkadaşımın evini ayarladığımı, orda baş başa kalmayı çok arzuladığımı söyledim. Önce gelemeyeceğini, bunun daha sonraki bir zamanda olabileceğini söyledi. Evi bulmamın çok zor olduğunu, belki de mümkün olmayacağını söyleyerek ısrar ettim, kabul etmesi için kırk dereden su getirdim, hatta yalvardım. Sonuçta kabul etti. Sevinçten sarılıp, dudağından öpmeye cesaretim yetmediğinden, yanaklarından öptüm. “Perşembe olması iyi oldu. Bende bu arada Eskişehir’e anneme gider iki gece kalır dönerim.” Dedi. Oturduğumuz banktan kalkarken ben Perşembenin hayalini kurmağa başlamıştım bile.

Öyle yemeğini Çiftlik Restoranda yedik. Yine oradaki kahvede çaylarımızı içtik. Atatürk köşkünü, yüzme havuzunu, çiftliğin gezilecek başka yerlerini gezdik. İkindi vakti istasyon bölgesine döndük. Birer de çiftlik dondurması yedikten sonra dönüş trenine bindik.

Pazar akşamları yurtta, oda sakinleri saat on’dan itibaren bir araya gelir, zamanımızı gece yarısına dek gırgır ve şamata ile geçirirdik. Herkes hafta içinde karşılaştığı ilginç konuları anlatır ya da çeşitli konuları tartışırdık. O akşam, daha gırgır başlar başlamaz Turan benim maceramı ortaya yumurtladı. Ne kadar istemesem de beş oda arkadaşımın hepsi birden anlatmam için üzerime çullandılar. Aslında başarımı, yeteneğimi, cazibemi sergileyip popülaritemi yüceltmeyi  istemiyor değildim içten içe. Ayrıntılara fazla girmeden nasıl tanıştığımızı, kadının ne kadar güzel olduğunu, el ele, göz göze gezmelerimizi, ona aldığım hediyeleri anlatmağa başladım. Herkesin ağzının suyu akarak, beni can kulağıyla ve kıskaçlıkla dinlediğinden emindim. Bir ara, adı Ümit olan, ama herkesin ‘Pala’ diye ünlediği hukuk öğrencisi arkadaşımız;

-Bi Dakka, bi Dakka! Sen bu kadınla Mamak otobüsünde karşılaştın. Hafif balıketinde, orta boylu, gözleri koyu yeşil demiştin değil mi? Yüzünde, sağ kulağının altında siyah bi ben var mıydı?
Gülşen’in yüzünü gözümün önünde hayalettim. Gerçekten de, tam da Pala’nın dediği yerde, yüzünün güzelliğini bir kat daha artıran siyah bir ben vardı. Ama Pala nasıl bilebilirdi ki bunu?

-Oğlum sen kadını benim yanımda nerde gördün ki de bunu biliyon? Yoksa işkembeyi kübradan atıyon mu?”      

-Peki ellerini tuttuğuna göre sorabilir miyim, sağ el başparmağının üstünde mercimek gibi guccük bir siğil var mıydı?
Çitlikte bankta otururken iki elini de avucumun içine almış, birkaç kez dudağıma götürmüştüm. O ara parmağının üstündeki siğili fark ederek, isterse onu yok ettirebileceğini söylemiştim. Şaşkınlığım artmış olarak;

-Bu olanaksız, nasıl olur, bu dediğin de doğru.
Odadakiler merak içinde bir bana, bir Palaya bakıp diyaloğumuzun sonunun nereye varacağını merak ve şaşkınlık içinde izliyorlardı.

-Dur hele, pastanelerde, lokantalarda, alışverişlerde parayı hep sana ödetmedi işallah? Allah bilir, satın aldığı eşyalara kefil de olmamışındır. Bunları da yapdın deği mi?

-Doğru söylüyon, yahu gardaşım, sen ajan mısın, casus musun işi gucü bırakıp bizi mi izledin, bütün bunnarı nerden biliyon Allaaşgına?

Alış veriş için seni Gızılay’a gotürdü, doğru mu? Sana iki de fıkra anlattı Allah biliyo. Yemekden soğna da seni bırakıp, Gale’de oturan halasına getdi.  En son olarakdan da evde buluşma teklifini gabul etti, değel mi?

-İşde şimdi çuvalladın. Gızılaya gitmedik, Anafartalar çarşısına gitdik. Amma ondan soğnaki söylediklerin de doğru. Vallaha yani bu dedikleriyin hepsi doğru, doğru olmasına da senin bunları nasıl bildiğine akıl, sır erdirmediğim de doğru. Bu işin içinde bi iş var emme ben içinden çıkamıyom.

-Dahasını da söyleyim mi? Adı Gulşen. Gocası ağır vasıta şoforu. Eve gotüreceğin gun buluşmaya da gelmiyecek, goreceksin.

Lan oğlum, sen bu gadınla gorüşüyon mu? Bütün bu söylediklerini nerden biliyon? Beni çıldırtma, bunun bi açıklaması olması lazım.
Turan araya girdi. “Ulan mangafa, hala anlamadın mı? Pala gadını tanıyo. Sana yapdığı numarayı başkalarına da yapmış belikli. Umut da bunu biliyo. Öyle mi Pala?”

-Başgalarını bilemem emme bu aynı numarayı bana da çekdi. Harcadıklarımın dışında 560 lira da taksit borcunu ödüyom şimdi. Kefil oldum çünkü. Utandığımdan kimselere söylüyemediydim. Bu gadın çaylak avcısı oğlum, o belediye otobüsünde bizim gibi enayi çaylakları avlıyo. Olaydan daha önce haberim olsaydı bu Avanak Avni de av olmazdı.

Perşembe günü randevu saatinden önce buluşma yerindeydim. Oda arkadaşım Pala içime büyük kuşkular salmıştı. Ona inanmakla inanmamak arasında sıkışıp kalmıştım. Buluşma saati geldi, on dakika geçti, yarım saat geçti, iki saat geçti. Yaprakları yolunmuş bir ağaç gibi öylece dikilip kalmıştım buluşma yerinde. Giderek azalıp tükenmeye yüz tutmuş bir ümitle bekledim, bekledim. Civarlarda bir tur atıp tekrar döndüm. Gülşen’den eser yoktu. İçimdeki son ümit kıvılcımı da sönmüştü. Arkadaşım Palanın söyledikleri doğruydu galiba. Ben de onun akıbetine uğramış, Gülşen’in avı olmuştum. Güneş batarken, ilk fırsatta Palanın öyküsünü de ayrıntılı bir biçimde dinlemek arzusuyla ve dünyanın en bahtsız insanı olarak buluşma yerini terk ettim.

Bir hafta boyunca, işten çıktıktan sonra akşam karanlığına kadar Konservatuar durağında  Mamak otobüslerini izledim. Ama Gülşen’in izine rastlayamadım.
   

              



2 yorum:

  1. Sayın hocam,
    Yazınızı okudum. Yaşanabilen bir olaydı, ama yine de oldukça ilginçti.
    Cüretimi mazur görürseniz eğer bazı yazım yanlışlarınızı belirtmek istiyorum.
    "Perşemnenin hayalini kurmağa başladım."
    "Hediyeleri anlatmağa başladım."
    Yukarı yazdığım iki cümledeki "kurmağa ve anlatmağa" sözcüklerindeki "yumuşak g"ler yerine kaynaştırma harfi olan "y" gelmeliydi. Çünkü bu sözcükler hal eki almışlardır, ünlü harfle bittikleri için araya "y" kaynaştırma sesi girmiştir.
    Ayrıca "Ne zaman tanışdıracaksın beni?"cümlesindeki "tanışdıracaksın" sözcüğü "tanıştıracaksın" biçiminde "sert ünsüzlerin benzeşmesi" kuralına uygun yazılmalıydı.
    Birkaç tane daha var bunun gibi.
    "....konuyu kapatdık."," kapattık" olarak yazılmalıydı.
    "Bunları da yapdın, deği mi."
    "yaptın" olarak yazılmalıydı.
    "Yemekden sonra da seni..." "yemekten" olarak yazılmalıydı.
    "En son olarakdan..." "olaraktan" olarak yazılmalıydı.
    Ayrıca alıntıların belirtildiği den den' lerden sonra nokta konsa bile büyük harfle başlanmaz.
    "....almazsam uyku uyuyamam." Diyerek içeri geldi.
    "diyerek" olarak yazılmalıydı. Özür dilerim.

    YanıtlaSil
  2. Sayın Hocam,
    Yazınız çok güzeldi.Yanlış olduğunu düşündüğüm noktaları yazma ihtiyacı duyduğum için bağışlayınız.
    Diğer yazılarınızı da okuyabilirim.
    Yanıtınızı bekliyorum. Ali A....

    YanıtlaSil