3 Ağustos 2016 Çarşamba

                                HEPİNİZ ORADAYDINIZ


Zeytin yağ gibi üste çıkmağa çalışsanız da bizler ne mal olduğunuzu çok iyi biliyoruz. Şu anki bir kısım çaba ve icraatlarınız bile sizi ele veriyor. Kandırıp sokağa döktüğünüz, demokrasi isteyen saf, iyi niyetli insanların gözlerinin içine baka, baka başta TBMM olmak üzere demokratik kurumları işlevsiz hale getiriyorsunuz. Bir kalemde askeri liseleri, Türk tarihinde çok önemli bir yeri olan harp okullarını, harp akademilerini OHAL yasasının zırhına sığınarak kaldırdınız. Ülkemizin gözbebeği, tek güvencesi olan ordumuzu Balyoz, Ergenekon, Casusluk vb. kumpas operasyonlarıyla paramparça ettiniz. Her türlü melanet, haksızlık ve bencilliklerin ortasında, çölde bir vaha duygusu yaşatan, gurur kaynağımız, Ulusal bayramlarımızı, sudan bahaneler uydurup yasaklamayı sürdürüyorsunuz. Askeri kışlalarının giriş kapılarını belediyenin kamyonları ile kapatıp oraları, girilmesi sakıncalı, yasak mekanlar gibi bir algı yaratma çabaları ile hepimizin güvencesi olan ordumuzu aşağılamayı marifet sayıyorsunuz. Bir başka ifadeyle, bu kanlı darbe kalkışmasını TSK yapmış gibi hareket ediyor, onu etkisizleştirmeğe, hatta yok etmeye çalışıyorsunuz. Bütün bunları da sıkılmadan daha iyi bir demokrasi için yaptığınızı söylüyorsunuz.

Türk silahlı kuvvetlerini kimlerin bu duruma düşürdüğünü bilmeyenlere, unutanlara bir kere daha hatırlatalım isterseniz. Bu yapılanma kendiliğinden mi oluştu? Ordu, Balyoz, Ergenekon, Casusluk gibi kumpas davalarla yere serilmeğe çalışılırken, kimdi –Paralel Yapı- dediğiniz cemaat mahkemelerinin savcısı olduğunu göğsünü gere, gere açıklayan? Kim di onlara her istediğini cömertçe veren? Kim di “Yaşadığın yerden vatanına dön, bu hasretlik, bu gurbetlik bitsin artık.” diye hoca efendiye özlemlerini haykıran?  Kim di cemaatin ruhsatsız, kaçak, yasa dışı yurtlarını, okullarını, kuran kurslarını koruyup kollayan, onlara her türlü maddi yardımı sağlayan? Ve kim di yabancı ülkelerdeki cemaat okullarının Müslüman dünyasında parlayan birer yıldız olduğunu haykıran, övünç ve gurur kaynağımız diyerek göklere çıkartanlar?

Efendim, cemaat askeri okulların tamamına sızmışmış. Vah! Vaah! Daha önce sizin bundan haberiniz yok muydu? Kapattığınız askeri okullarda, öğrenci olan, Silahlı kuvvetlerin her kademesinde görev yapan, bugün size karşı darbeye kalkışan generaller, subaylar, astsubaylar o makamlara, o mevkilere gökten zembille mi indi? Sınav sorularını yıllarca çalarak, beyinlerini yıkadıkları çocukları, askeri liselere sokarken ülkeyi siz yönetmiyor muydunuz?
Bugün bu darbe girişimine karşı halkı sokağa döken, darbeciler için en acımasız yargılar içinde olan sayın yetkililer. Bu darbeyi kendiniz hazırladınız. Yıllarca Fethullah Gülenin amacına hizmet ettiniz. Yıllarca can ciğer kuzu sarmasıydınız. İktidar gücünü kullanarak onları korudunuz, kolladınız, palazlanmalarına destek oldunuz. Yani iktidarınıza bilerek, isteyerek ortak ettiniz.

TBMM deki pek çok oturumu bu gün gibi hatırlıyorum. Muhalefet, özellikle de CHP, paralel yapı dediğiniz bu konuda, sizi her uyarmağa kalkışında üzerlerine vurucu vekillerinizle nasıl saldırdığınızı unutmuş değiliz. O zamanlar toz konduramadığınız ve muhalefetin eleştirmelerine bile tahammül gösteremediğiniz ortağınızın bu son eylemi sizi neden bu kadar şaşırttı ve sinirlendirdi. Birazcı dönüp kendinize bakabilseniz belki gerçekleri algılayabilirsiniz. Bu günler hazırlanırken siz sayın muktedirler hepiniz oradaydınız

1 Temmuz 2016 Cuma

                                              SAĞLIKLI BESLENME

Son zamanlarda Sağlıklı Beslenme konusu diğer pek çok konunun önüne geçti. Bütün televizyon kanallarında Sağlıklı Beslenme programları birinci sırada. Her kanal birilerini bulup ekranlarına taşıyor, sevgili izleyicilerini müthiş bilgilendiriyor. Bu alanda, televizyon kanalları aracılığıyla halkımızı bilinçlendiren, bilgilendiren uzman sayısı o kadar arttı ki, bu sayıyla tüm dünya halklarına hizmet vermeye talip olabiliriz. Hatta ileri yaşlarda bir gazetecimiz bile sağlıklı beslenme sayesinde kazandığı sağlığını, zindeliğini, gençliğini, dinçliğini ekranlarda herkesin gözüne sokar gibi ortaya koyan programlar yapıyor. Nasıl böyle genç ve dinç kaldığının sırlarını ifşa ediyor. Sağlıklı yaşamanın uygulamalarını göstermek için kurs salonları açıyor. Boğazına çok düşkün olan halkımızın, hem her istediğini yiyip hem de kilo sorunu yaşamadan sağlıklı kalmasının yollarını bu kurslarda öğretiyor.

Bu kaçırılmaz fırsattan yararlanarak hem fazla kilolarımdan ve her şeyden hemen etkilenerek hastalanan nane-molla birisi olmaktan kurtulmak, hem de o gazeteci ağabeyimiz gibi genç, yakışıklı bir görünüm kazanmak için bütün kanalların Sağlıklı Yaşam programlarını hiç sektirmeden izlemeye çabalıyorum. Ancak içinden bir türlü çıkamadığım bir sorunum var. Bu programlara çıkartılan uzmanların hangisinin söylediklerini yapmam gerektiğine karar veremediğimden, beni daha çok mutlu eden beslenme tarzını doğru buluyor, onu uygulamaya koyuyorum.

Kolesterolüm biraz yüksek. Birçok kanalın sağlık uzmanına göre kırmızı et yememeliyim. Epey bir süredir de evimize kırmızı eti sokmadım. Bir başka kanalda, kırmızı etin kolesterol için bir tehlike yaratmadığını, tam tersine haftada birkaç öğün kırmızı etin kolesterole çok iyi geleceğini büyük bir özgüvenle anlatan uzmanı dinleyince hemen kasaba koşup bolca kırmızı et aldım. İki güne bir, kolesterolü benim iki katım olan eşimle birlikte pirzola, biftek, ızgara köfte yapıp yiyoruz. Yine, kolesterol dahil, pek çok rahatsızlığın kaynağının yağlı yemekler olduğunu söyleyen uzmanlara uyarak zeytin yağı dışında, eve yağ namına bir şey sokmuyordum. Ama başka bir kanalda ünlü bir uzmanın; “Sakın etlerdeki yağları sıyırıp atmayın, bol bol yağlı süt için, bol, bol kaymak yiyin, tereyağını dolaptan çıkartın, leblebi yer gibi kırıp, kırıp ağzınıza atın. Ayçiçeği yağı olmasa da zeytin yağını bardağa doldurup kafanıza dikin. Size bir zarar gelirse aha ben buradayım.”

Bu beslenme uzmanı harika vallaha. Yıllardır hasretini çektiğim tere yağ ve manda kaymağına kavuştum şükür. Nasıl da özlemişim meğer. Gerçi şeker içerdiği için balı çok fazla önermiyor ama onu da, bir tat uzmanı olarak, ben öneriyorum sevgili vatandaşlarıma. Kaymakla bal harika oluyor. İnanmayan bir kere denesin.

İki ay kadar önce bir kanalda izlediğim sağlık programında, “ yumurta kolesterolün bir numaralı düşmanıdır.  Haftada bir ya da iki’yi geçmemek üzere bebelere yedirebilirsiniz. Kolesterolünüz olsun, olmasın yumurtadan bucak, bucak kaçın. Hele kolesterol sorununuz varsa zinhar, kokusu bile tehlike arz eder.” diyor, kaynaklar, örnekler gösteriyordu. Kaysı kıvamındaki haşlanmış yumurta yemek kadar beni mutlu kılan başka bir şey hatırlamiyorum. O programı izleyinceye kadar her gün kendim haşladığım bir yumurtayı afiyetle, zevkle yiyordum. O günden sonra dolaptaki beş, on yumurtayı da komşuya verip eve yumurta almaz oldum. Ama Allah yüzüme baktı, yumurtaya hasretliğim bitti. Çünkü o ünlü uzman yumurtayı da akladı. Bakın ne dedi; “Yumurta, Tanrının bize sunduğu olağanüstü yararlı bir nimet. Her gün iki yumurta yemeniz sağlığınız için harikulade olur. Kolesterolünüz kalmaz, mideniz yanmaz, kalbiniz saat gibi tik, tak, tik, tak çalışır, bağırsaklarınız düzene girer. Faydaları saymakla bitmez.” Oh be! Şu televizyonu icat edenin yedi ceddine rahmet. Sağlığımıza kavuşmaya çok az kaldı.

Bir konuda, Televizyonlarda herkesi ekran başına çivileyen, Sağlıklı Beslenme programları
sunan uzmanların hakkını teslim etmek gerek. Bu uzmanların birleştiği ortak bir nokta da yok değil elbet. Hemen hepsi, halkımızın haftada en az iki kez balık yemelerini, her sabah kahvaltıda bir avuç ceviz içi, bir avuç fındık içi, bir avuç badem içi ve adını getiremediğim ithal kuru yemişler yemeleri gerektiği bütün samimiyetleriyle öneriyor, ifade ediyorlar. Bu güzel tavsiyeleri kulak ardı edenlere çok şaşıyorum. Meğer insan sağlığı için, daha adını sanını duymadığımız ne kadar çok yiyecek şeyler varmış. Her birisi insan ömrünü en az beş yıl artırıyor. Kaba bir hesap yaptım, eğer ben bunların hepsini alıp yersem bin yıl yaşamam içten bile değil. Herkesin de bu gıdalarla beslenmesini şiddetle öneriyorum. Saydıklarım dışında, bu gıdaların neler olduğunu ve ne kadar para karşılığı, nerelerden sağlayabileceğinizi, televizyonların Sağlıklı yaşam programlarından öğrene bilirsiniz. Ülkemizde kimsenin para diye bir sorunu da yok zaten. Ayrıca, bu harika -Sağlıklı Beslenme- programlarının bütün kanallarda her gün verilmesine rağmen halkımızın hala büyük sağlık sorunları yaşıyor olması anlaşılır şey değil elbet.


Yeni yılda hepinize sağlıklı beslenmeler diliyorum. Yeni yılınız sağlıklı ve kutlu olsun.

29 Haziran 2016 Çarşamba

                         TOPLUMU DİN İLE TERBİYE ETMEK


Dürüst ve adaletli bir toplum yaratmanın, toplumda sevgi ve saygıya dayanan ilişkileri geliştirip güçlendirmenin, kısaca bir toplumu din ile, din kuralları ile düzenlemeğe çalışmanın pek de öyle olumlu sonuçları olduğunu ileri sürmek mümkün görünmüyor. Toplumu yüceltmenin dinin kurallarını uygulamakla, vecibeleri eksiksiz yerine getirmekle sağlanabileceğini ileri sürmek ve bunu topluma dayatmak, eğer art niyetli değillerse, bunu yapanların toplumu ve kendilerini kandırmaktan başka bir anlamı olamaz. Ülkemizde, her şeyin dine sarılarak, din kurallarını eksiksiz yerine getirerek çözüleceğini ileri sürmek ham bir hayaldir. Bu hayali savunanların büyük çoğunluğu bunu, doğru olduğu için değil, kişisel ve gurupsal çıkarları bunu gerektirdiği için yapmaktadırlar. Tanrıdan ve onun buyruğu olduğunu varsaydıkları söylem ve ritüellerden başka dayanak bulamayan eğitimsiz, cahil ve yoksul insanlarımız da bu sahtekar, çıkarcıların peşine takılmaktadırlar.

Çağımızda bugüne kadar din kurallarıyla yönetilerek başarıya ulaşmış bir toplumun, bir ülkenin varlığından söz edebilmek ne yazık ki söz konusu değil. Çağdaş medeniyetler içinde saygınlığı olan bir din devleti görülmedi. Bunun olamayacağı da kesindir. Çünkü din kuralları, çoğu tanrı buyruğu olduğuna inanıldığından, değiştirilemezlik, kesinlik içerir. Araştırma ve sorgulamağa kapalıdır. Düşünmeden kabul etmeyi gerektirir. Bir mantığı olup olmadığına bakılmaz. Oysaki insanlık alemi kaçınılmaz bir değişim ve dönüşüm süreci içinde ilerlemektedir. Bu değişim ve dönüşümün, ilerlemenin motoru da sorgulama ve araştırmadır. Bunu reddederek, yok sayarak bir yere varmak mümkün olabilir mi?

On günlük bir Japonya, yirmi günlük ABD ve on günlük de Norveç gezilerinden yeni döndüm. Bu ülkelerde, özellikle Japonya ve Norveç’te insanların çok büyük bir kesimi dinlerin dogmalarından ve din kurallarının bağlayıcılığından tamamen uzak yaşıyorlar. Her iki ülkenin yönetimleri de, insanları da dinle siyaseti, bilimi, teknolojiyi ve ekonomiyi birbirinden ayırmış durumdalar. Hiç kimse dininden, meshebinden, ibadetinden, inancından, inançsızlığından dolayı incinmiyor, aşağılanmıyor, bir baskı, bir ayrımla karşılaşmıyor. Buna karşın herkes birbirine saygılı, birbirinin haklarına saygılı, ülkesine yürekten bağlı, dayanışmanın, birlikte yaşamanın tadına varmış, din konusunun sadece bir inanç konusu olduğunun, herkesin inancının kendisini ilgilendirdiğinin bilincinde olarak mutlu bir şekilde yaşamanın tadına ve zevkine ermiş durumdalar.

Japonlar Budizm’i kendi gelenek, görenek ve inanç sistemleri ile harmanlayıp kimseyi dışlamayan, aşağılamayan, başka inançlara saygılı olmaya, birbirini sevmeye ve haklarını korumaya özen gösteren, araştırma ve sorgulamaya geniş bir alan açan, bilimi, gelişmeyi öne çıkaran bir mantaliteyi, bir inanışı hakim kılmışlar. Norveçlilerin ise büyük bir bölümünün Ateist olduğu söyleniyor. O kadar ki, orada din konusu açıldığında,  mizah olarak da olsa gerçeği önemli ölçüde yansıttığı kuşkusuz olan şu söylemi çok sık işitiyorsunuz: “Norveçli yaşamı boyunca üç kez kiliseye girer; doğduğunda vaftiz için, evlenirken nikah merasimi için, öldüğünde cenaze töreni için.”

Din kurallarının bu kadar gevşek olduğu bu toplumlar nasıl oluyor da dünyanın en adaletli, en saygılı, hoşgörülü, ahlaki değerleri en üst düzeyde benimseyip özümsemiş olabiliyorlar? (Gebze’de köprü yapımında sorumlu Japon mühendisin, işi öngördüğü sürede bitiremeyişi nedeniyle intihar etmesi olayını hatırlayalım lütfen) Ülkemizde daha çok dindarlık, daha çok ibadet, daha çok Müslüman olmak, daha çok din kurallarını hayata geçirmekle gelişmiş, dürüst, çağdaş, saygıdeğer bir refah toplumu olabileceğimiz düşüncesini uygulamak isteyenlerin ibret alması gereken bir durum değil mi bu ülkeler? Bu durum şunu açıkça göstermiyor mu? Bir toplumun her bakımdan düzgün olmasının dinle, din kurallarının eksiksiz uygulanmasıyla, dine bağlılıkla fazlaca bir ilgisi yok. Tersine bu yozlaşmış, körü körüne dindarlığın toplumsal gelişme ve yükselişe olumsuz etkileri sayılamayacak kadar fazla.


Başta asrın liderimiz, sayın Cumhurbaşbakanımız olmak üzere şu an bizi yönetenlerin pek çoğunun bunları bilmiyor olması zayıf bir olasılık. Ama onların ‘can suyu’ halkın bunları bilmemesinden kaynaklı. Büyük çoğunluğun bunları bilip öğrenmemesi için var güçleri ile savaşmaları, bu savaşta sürekli dini ön plana çıkarmaları bundan. Bakalım nereye kadar?        

dinle terbiye etmek

13 Nisan 2016 Çarşamba

MEMLEKETİMDEN İNSAN MANZARALARI


Ne günlere kaldık ulu Tanrım
Şaka gibi her şey çevremizde
Yaşadıklarım, duyduklarım, gördüklerim
Şaka gibi inanın

Düzeltmek için bazı işleri
Boşuna bir avuç insanın çabaları
Ne diyebilirim ki
İşte size ülkemden insan manzaraları

Fırsatı yakalayan toptan kaldırıyor
Çıkarı için her şeye saldırıyor kimi
Uyanıklar var, oruçla, namazla kandırıp çevresini
Cebini öylece dolduruyor

Aşkları, sevdaları öylesine çarpık 
Öylesine marazlı ki
Yan baktı diye yanındakini
Ya da çok sevdiği için, tutup
Gözünü kırpmadan öldürüyor sevgilisini

Saydıklarım azınlıkta olanlar
Ya geriye kalanlar?
Koyun sürüsü gibi
Tünemişse başlarına kurnaz bir çoban
Suya götürüp geri getiren sulamadan
Kavalıyla ninni çalarak sabah, akşam uyutan
Bundan daha keyifli ne var

O kadar çok ki uykuda geçirdiğimiz yıllar
Oturup saymadım, sayamadım
Hani ne demişti büyük usta Aziz Nesin
“Öyle güzel uyuyorsun ki aziz milletim
Uyandırmağa kıyamadım.”

Seçtikleri parti başkanı
Sadece ülkemizin değil
Sadece bir dönemin değil
Asrın lideri
Öyle takdim ettiler halkımıza
Partinin ileri gelenleri

İşsiz tayfasından Zileli Bekir Akbaş emmi
Bütün dertlerini unutup
Başbakanın arkasında saf tutup
Namaza durmaktan öylesine mutlu ki
Ama
Eline fırsat geçse
(Hiçbir zaman geçmez ya)
İnanın, kan kusturur en yakınına bile

Karadereli, kömür işçisi Emir Hansu dayı
Günahlarından arındırıp
Cennetin yolunu açan bir ibadet sayıyor
Başbakanına dokunmayı

Rizeli çopur reis Kamil Er de
Takmış kafayı
“O penim peygamberum
Onun idrarinu içerum, b…nu yerum”
Diye dolaşıyormuş her yerde

Denir ya, biz bize benzeriz
Gerçekten tuhaf insanlar memleketiyiz
Öyle yurttaşlarımız var ki
Çepnili Hayrünnisa Çipil teyze gibi
İçten gelerek diyor ki
“İsdesin başbakanım
Nikahsız eşi olurum
Varsın depe depe gullansın”

Hele Adapazarlı ev hanımı Sümeyye Galip
O kadar çok seviyor ki asrın liderini
‘Acaba nesi olsam’ diye düşünmüş
Vermiş kararını -kıçının kılı- olmağa talip

Neler var daha bilmediklerimiz, duymadıklarımız
Akıllara ziyan
Bu ülkede yaşayan
Analarımız, bacılarımız
Emmimiz, dayımız
Yakınımız, uzağımız olan

Ne diyebilirim azizim
Yönetenlerine karşı duydukları sevgide
Sınır tanımayan
Büyük kentlerimizin varoşlarında
Yarı aç, yarı tok yaşayan
Damarlarında asil kanı taşıyan
Bu insanlar bizim












12 Mart 2016 Cumartesi

                                      MUTLU İNSANLAR ÜLKESİYİZ


Son yıllarda ülkemizde, anketler yapan araştırma kurumları hayli arttı. Merak ettiğimiz pek çok konuda değişik araştırmalar yapılıyor, toplumumuz bilgilendiriliyor, aydınlatılıyor. Özellikle seçim öncesi yapılan anket çalışmaları bunun en somut örneği olmuştu. Son seçimden önce yapılan anketlerde bütün araştırma kuruluşları AKP nin, %40-%45 aralığında oy alacağı sonucunu bulmuşlardı. Buna karşın AKP, neden ve nasıl olduğunu kimselerin doğru, dürüst açıklayamadığı bir başarı örneği sergileyerek %49.5 oy aldı ve TBMM de çoğunluğu rahat bir şekilde sağladı. Yine bu kamuoyu araştırmalarından öğrendiğimize göre bunca olumsuzluklara, bunca felaketlere rağmen yeni bir seçim yapılsa iktidar partisi, Anayasayı tek başına değiştirecek çoğunluğu bulabilecekmiş. Necip milletimiz hırpalanmayı, yoksulluğu, evlatlarının cenaze namazlarında yetkili erkanla birlikte saf tutmayı, onların uyutma nutuklarını huşu içinde dinlemeyi, -padişahım çok yaşa- kabilinden tezahürat yaparak onları izlemeyi çok seviyor. O nedenle bu sonuçlara şaşırmamak gerek.

Ben bu yazıda başka bir araştırma sonuçlarından söz etmek istiyorum. Son günlerde TÜİK’in (Türkiye İstatistik Kurumu)  yaptığı bir araştırmaya göre mutlu insanlar ülkesi olduğumuz ortaya çıkmış. İnsanları mutlu yaşayan ülkeler içinde bayağı üst sıralarda yer alıyormuşuz. Ayrıca, memleketimizde yaşayan mutlu insanların sayısı giderek artıyormuş. Bir yıl önce yapılan anket sonucuna göre ülkemizdeki mutlu insanların oranı % 53, 3 iken bu son yapılan anket sonucuna göre %56,6 olmuş. Koskoca devlet kurumu olan TÜİK nun her halde doğru söylemediği iddiasında bulunacak değiliz. Böyle devam ederse birkaç sene içinde bütün bir millet olarak mutluluktan kanatlanıp uçuşa geçmiş tek ülkesi olacağız yeryüzünün.  

Kendi adıma ben çok mutluyum. “Neden?” derseniz, bu çok açık. Çevremizde olup biten her olaydan zevk alıyor, huzur duyuyoruz. Örneğin ülkemizin büyük kentlerinde patlatılan bombalar, bu patlamaların sonucu ölen onlarca, yüzlerce insanımız, bunlar için yetkililerin attığı nutuklar nasıl mutlu ediyor beni bilemezsiniz. Güneydoğu illerimizden her gün gelen şehit haberleri, akşam haberlerinde huşu içinde izlediğim cenaze törenleri, yüksek erkanın hiç sektirmediği cenaze namazları ve kortejleri, şehit ailelerinin feryatları sizi de mutlu etmiyor mu?

Çaresizlik içinde ülkemize sığınmış, neredeyse Türkiye’nin bütün kentlerine, kasabalarına yayılmış sevgili misafirlerimiz Suriyeli mültecilerin sefil yaşamlarını, kapağı Avrupa’ya atabilmek için binlercesi Egenin soğuk sularına gömülen, çocuklarının cesetleri sahillere vuran o masum insanların dramlarını izledikçe mutluluktan zil takıp oynayasım geliyor.

Ülkemizin ekonomisi deseniz dünyayı kıskandıracak gelişmeler gösteriyor. Kapanan şirket sayısı açılan şirket sayısını yakalamış nerdeyse. İcra daireleri yığılan icra olayları yüzünden çalışamaz hale gelmiş, havlu atmak üzere. Karşılıksız çekler, takibe düşmüş kredi kartı borçları milyonlarla ifade ediliyor. Evel Allah,yatırımlarımız 4 yıldan bu yana hiç artmamış, hatta bir miktar azalmış. Sayın maliye bakanımız, bir İngiliz dergisi ile yaptığı söyleşide ekonomimizin iyi gitmediğini söylemiş. “Yabancı yatırımcı, ülkemizdeki istikrarı yeterli bulmadığı için yatırım yapmak istemiyor.” Demiş. Öyle sanıyorum, benim gibi ülkemiz insanını mutlu eden haberlerden bazıları da bunlar olmalı.

Ülkemize gelen turist sayısında küçümsenemeyecek boyutlarda düşüş olmuş. Türkiye’nin her yöresinde turistik rezervasyon iptalleri çığ gibi artıyormuş. Bütün turistik otel çalışanları artık bol, bol dinleneceklermiş. Eğer işten de çıkarılırlarsa bundan daha büyük mutluluk kaynağı olabilir mi?

Dağılan ailelerin sayısı, tecavüz olayları, kadın cinayetleri, giderek artan gasp ve hırsızlık olayları, çevre duyarlılığı ve birbirimize karşılıklı sevgi, saygı, hoşgörü bu kadar artmışken nasıl mutlu olmayalım ki? Ülkede depresyon ilacı kullanımı geçtiğimiz yıl 600 bin kutuya yükselmiş. Uyuşturucu bağımlılığı yaşı 10 a kadar düşmüş. Farklı siyasi görüşe sahip aileler ayrı kahvelere gidiyor, aynı dükkandan alışveriş etmiyor, birbirleriden kız alıp vermiyorlar. Bütün bunlar hala bazılarını mutlu etmiyorsa bu da onların bileceği bir iş. 

Eğitim sistemimiz dünyada mevcut en verimli, en başarılı ve çağdaş bir yapıya kavuştu. insanlarımızın bir numaralı gereksinimi olan din eğitimi, eğitim sistemimizin ana ekseni haline getirilerek dünya bilimine katkılar sunma, dünya çapında bilim adamı yetiştirme olanağı yaratıldı. Her il ve ilçeye açılan imam hatip liseleri sayesinde bilim dünyasında ön saflarda yer almış bir ülke konumuna gelmek üzereyiz. Yakın bir gelecekte, başta bilim alanı olmak üzere pek çok alanda Nobel ödüllerini biz toplayacağız. Böyle bir tablo karşısında mutlu olmayın da görelim bakalım.

Dün Kent Meydanında belediye zabıtaları bir işportacıyı köşeye kıstırmış, Allah yarattı demeyip kıyasıya dövüyorlardı. Kimse zavallı delikanlıya yardım etmek için kılını kıpırdatmadı. Pestili çıkmış vaziyetteki gencin yanına gittim. Yardım etmek istedim. Gülümseyerek teşekkür etti. “Ben halimden şikayetçi falan değilim. Kimsenin yardımına ihtiyacım yok. Bu sık, sık olur. Alıştım. Hoşuma bile gidiyor. Bundan çok mutluyum” dedi. Hiç şaşırmadım, oradan uzaklaştım. 

Saydıklarım dışında ülkemizde insanlarımızı mutlu eden o kadar çok neden var ki say, say bitmez. Her akşam oturup haber izlerken keyfimden şıkır, şıkır oynamaktan kendimi alamıyorum. Bu yüzden zabıtalardan sopa yiyen genci çok iyi anlıyorum. Mutlu bir ülkenin mutlu bir bireyi olmak ne güzel. Bizlere bu mutluluğu bahşeden yöneticilerimize şükranlarımı sunuyorum. Mutlu ülkemin mutlu insanları, sizlere daha çok mutluluklar diliyorum. Sağlıklı ve mutlu kalın.