4 Eylül 2015 Cuma

DEMİRGIRAT OLMAZSAN

1975 senesinin mayıs ayında posta ile gönderilmiş bir davetiye aldım. Davetiye Yozgat'tan, doğup büyüdüğüm Köçekkömü köyü muhtarlığı tarafından gönderiliyordu. Köyün alt başındaki Aşağı Özün üzenine inşa edilen köprünün açılış törenine davet ediliyordum. Davetiyeyi okuyunca, 15 yıl önce çıktığım ve bu süre içinde ancak iki kez gidebilme fırsatı bulduğum köyümün köprüsünün nihayet yapılmış olmasından büyük mutluluk duydum.
Cumhuriyetimizin kuruluşundan başlayarak 1946 yılına kadar tek parti yönetimi altında olan ülkemiz bu tarihten itibaren çok partili yönetime geçiş yaptı.  1946 da ikinci parti olarak seçime giren Demokrat Parti bazı bölgelerde seçimi kazansa da Meclis çoğunluğunu elde etmekten hayli uzak kalmıştı.
1950 yılı yaklaşırken ne oldu, nasıl oldu bilmiyorum Demirgırat ismi (Demokrat kelimesi Anadolu’da böyle telaffuz ediliyordu.) ülkeyi sardı. Halk ‘Demokrat Parti’ yerine Demirgırat ya da kısaca ‘Gırat’ ismini kullanıyordu. Üzerinde kır bir atın resmi olan bayraklar her yerde dalgalanmağa başladı. Yollardaki arabaların, kamyonların, otobüslerin, traktörlerin hemen, hemen tamamı bu kırat’lı bayrağı taşır oldular. Köylere, haftaya kalmıyor Demirgırat partisinden bir heyet mutlaka damlıyordu. Köyün okulu yoksa okul, yolu yoksa yol, suyu yoksa su getireceklerini söylüyorlardı. “Yeter ki siz oylarınızı Kırat’a verin.” diyorlardı.
Bizim köylülerin büyük bir kısmı bu vaatleri temkinli karşıladılar. Kırat partisi yetkililerinin sözlerini tutacağına inanan bir azınlık grup, daha doğrusu aynı soyadı taşıyan bir akraba topluluğu vardı. Bu gurubun yetişkin erkekleri de, kadınları da rastladıkları köylüye her fırsatta Demirgratın yapacaklarını anlatmaktan geri durmuyorlardı. Sonradan öğrenildi ki o guruptan Kaygısız Hamzan’ın oğlu Abbas Çavuş’a para vermişler ve onu köye Kırat partisi başkanı yapmışlar. Bunu duyan köylülerden bazıları kıskançlıktan, bazıları da bu yeni partinin böyle gizli kapaklı işler çevirmesine çanak tutmasından Abbas Çavuşa da, tayfasına da, Demirgrat partisine de cephe aldılar. Kış aylarının işsiz, güçsüz geçen günlerinde bir araya gelen köyün insanları Abbas Çavuş ve tayfasına karşı olsalar da bu yeni partinin söylemlerini ve vaatlerini tartışmaktan da geri durmuyorlardı. Yaşını, başını almış, deneyimli insanlar parti yetkililerinin söylediklerine kuşkulu bakıyorlardı. Köyün en sözüne itibar edilen adamı Rıza Emmi; “Yavu millet, bu parti bu gadar vaadlerini yerine getirecek parayı nerden bulacak?” diye soruyor, diğerlerinin kuşkularına dayanak oluyordu.
Genel seçime dört ay kadar bir zaman kalmıştı ki yeni partinin İl Başkanı olduğu söylenen bir beyefendi, yanında devlet kıyafetli birkaç adamla yine köye geldi. Daha önceden hazırlığını yapmış olan Abbas Çavuşun evinde, köyün ileri gelenlerinin evlerine tek, tek adam salarak toplanmaları sağlandı. Toplantıda Kırat partisinin il başkanı; “Bu köyün acil gereksinimi nedir?” diye sormuş. Tartışmaların sonunda çoğunluk fikri olarak, Aşağı Öz’ün üzerine bir köprü yapılması konusu ağırlık kazanmış. Kırat Partisinin il başkanı da on beş gün içinde köprünün yapılmasını başlatacağı sözünü vermiş. “Evelallah koplünüzü yapacağız. Hemide öyle bi koplü yapdıracağam ki namı bütün Yozgadın koylerinde yörüyecek. Herkeş sizin koyün koplüsünü gonuşacak. Tabii ki benimde sizden bi isdeğem olacak. Bütün koylü oyunu bizim partiye, yani Gırat’a verecek. Cebinizden bi guruş bile çıkmıyacak. Oy dediğin nedir ki, seçim gunü elinize dutuşdurulacak bi kaat parçası. O kaatda möhürü Gırat’a basacak, sandığa atacaksınız. Hepisi bu.”
Aşağı Öz’e yapılacak köprü köy için gerçekten yaşamsal bir önem taşıyordu. Her yıl ilkbaharda ve güz aylarındaki sağanak yağışlarda bir sürü koyun sığır sellere kapılıp telef oluyordu. Hatta bu güne kadar üçü çocuk olmak üzere beş insan, ilkbahar ve güz sağanaklarında bu özü geçerken selde boğulup yaşama veda etmişlerdi. Ayrıca her yıl sellerden sonra özün yatağı oyuluyor, Kağnıların geçmesi olanaksız hale geliyordu. Köylü her yıl birkaç kez geçit bölgesini yeniden yapmak zorunda kalıyordu. Nerden baksan buraya bir köprü yapılması köyün büyük bir sorununun çözülmesi demekti.
Gerçekten de Nisan ayının sonlarına doğru sarı renkte bir Karayolları Kamyonu, bir kazıcı ve yükleyici makine ve üç işçi gelip Aşağı Öz’ün karşısında çadırlarını kurup konakladılar. Bu habersiz gelişi duyan kadın, erkek, genci, yaşlısı akın, akın Aşağı Öz’ün yolunu tuttu. Kısa bir süre sonra nerdeyse köyün yarısı kamyonun ve makinenin başındaydı. Abbas Çavuş, partinin gönderdiği bu ekipteki adamlardan birinin Yol Mühendisi, birinin de Yüklenici, ötekilerin bunların emrinde çalışacak olan kimseler olduğunu açıkladı. İnsanların çoğunluğu bu hiç görmedikleri yol makinesini incelemekle meşguldü. Nasıl çalışıyordu, ne iş yapıyordu, nelere kadirdi bunları dehşet merak ediyorlardı. Çalışmaya başlamasını sabırsızlıkla bekliyorlardı.
O gün bir çalışma olmadı. Ertesi gün başta vali bey olmak üzere devletimizin ileri gelenlerinin ve Demokrat partinin Millet Vekili adayları ile parti yetkililerinin köye gelecekleri, köprü inşaatını büyük bir törenle başlatacakları bütün köye duyuruldu. Başta muhtar ve Abbas Çavuş olmak üzere köylü yoğun bir hazırlığa koyuldu. O günkü işler tatil edildi, bayramlık giysiler sandıklardan çıkartıldı, iki çift davul zurna ayarlandı, birisi Abbas Çavuştan olmak üzere iki koç kesildi. Et ve pilav kazanları kuruldu, misafirler heyecan ve sabırsızlıkla bekleme süreci başladı.
Öyleden sonra şoseden beri yükselen yoğun bir toz bulutu ile birlikte konvoy göründü. Zaten ‘hazır ol’ da bekleyen köylü, davul, zurnaların eşliğinde konvoya doğru seller gibi akmağa başladı. Köylünün o güne kadar bir arada görmediği dokuz, on kadar otomobil, bir o kadar da at arabası harman yerinde karşılandı. Başta vali Paşamız ( o zamanlar vali bey yerine vali paşa denirdi.)  olmak üzere şehirden bütün büyüklerimizin elleri öpülüp, yedi göbek geçmişlerine hayır dualar okundu. Yine davullar ve zurnaların çaldığı karşılama havalarının eşliğinde öyle yemeğini yemek üzere dedemgilin evin yolu tutuldu.
Sofralar, dedemgilin büyük avluya kurulmuştu. Her biri 7 ya da 8 kişilik 20 kadar yuvarlak masalardan oluşan yer sofrası. Vali Paşa ve yanındaki önemli kişilerin sofrası çiçeklerle süslenmiş, oturmak için sofranın çevresine halı yastıklar dizilmişti. Diğer masalarda insanlar serilmiş çulların üzerine sıralandılar. Avluya çocuklar ve kadınlar sokulmamıştı.  Neşe içinde büyük bir iştahla bol etli bulgur pilavı, koyun yoğurdu ve hoşaftan ibaret olan yemekler yendi. Dedemin okuduğu bereket ve şükür duasının ardından Vali Paşanın konuşma yapacağı söylendi. Vali paşamız, avludan dama çıkan merdivenin ikinci basamağına çıkarak konuşmasına başladı:
“Sevgili Köçek Kömlüler. Aranızda bulunmaktan ziyadesiyle mutluyum. Şu an köyünüze büyük bir hizmeti getirmenin sevincini hep birlikte yaşıyoruz. Eğer oylarınızı Demokrat Partiye yani sizin deyiminizle Kırat’a vermeye devam ederseniz daha çok büyük hizmetler gelecek bu köye. Bütün meseleleriniz hallolacak. Bu köyü ilimizin örnek bir köyü yapacağız. Bunun ilk adımını bu gün burada atıyoruz. Köyünüze, ilimize ve memleketimize hayırlı olsun. Şimdi hep beraber gidip çalışmaları başlatalım. Haydi bismillah.”
Yine davul, zurnaların şamatası eşliğinde, Vali Paşa ve şehirli erkanın peşinde bütün köy halkı Aşağı Öze, makinelerin oraya yöneldik. Köyde her türden motorlu araca ‘Makine’ deniliyordu. Yapılacak köprünün iki yanında da yol seviyesini yükseltilmesi gerekiyordu. Özün biraz yukarısında sellerin bahçe duvarlarının kenarına yığdığı moloz yığınlarının taşınarak bu sorunun çözülebileceği kararlaştırıldı. 
Olağanüstü gücü ve yeteneği olan makinenin, kepçesini daldırıp özün kenarındaki bu bol çakıl içeren toprağı kamyona yüklemesini bütün köylü hayranlıkla izliyordu. Diğer tarafta da köprünün ayaklarının oturtulacağı temeller kazılmış, ilk beton dökülmeye başlanmıştı. Yapılanlardan köylü son derece sevinçli ve mutluydu. Kırat Partisine oy vermeyi düşünmeyen aileler bile bir kere daha düşünme gereği duymaya başlamışlardı.
Çalışmalar bir hafta kadar aralıksız sürdü. Dört metre kadar yükseklikteki köprünün ayakları tamamlandı. İki tarafta da bu yüksekliğe uygun yol dolguları bitirildi. Sadece köprünün üzerinin kapatılması işi kaldı. Köylü, kağnılarıyla, mal, davar sürüleriyle, yüklü hayvanlarıyla üzerinden gelip geçecekleri günü iple çekiyorlardı artık. Bu büyük eserle ne kadar gururduysalar haklıydılar. Özellikle Abbas Çavuş ve tayfasının afra, tafrasından geçilmiyordu. Halk Partili olduklarını bildikleri insanlara tepeden bakıyor,“Alçak dağları biz yarattık.” der gibi geziniyorlardı köyün içinde.
Bir akşamüstü makineler de, çalışanlar da her şeyleri toparlayıp gittiler.  Köprü inşaatının bitmesini dört gözle bekleyen köylü bu duruma bir anlam veremediler. Abbas Çavuş merak edip soranların; “Makinelerin işi bittiği için toplanıp getdiler. Bundan böyle makineye ehtiyaç galmadı. Sadece demir ve çimonto gerek. Onu da böğün, yarın gelip yaparlar.” diyerek meraklarını gidermeğe çalışıyordu.
Seçime birkaç gün kala köprü ile ilgili durum açığa çıktı. Köylünün oyları sayıldıktan sonra tamamlanacaktı inşaat. Oylar Kırata çıkarsa köprü anında bitirilecekti. Çıkmazsa belli değil. Bu bilgiyi köylüye Abbas Çavuş duyurdu. Ona da Kırat Partisi il başkanı söylemiş. Bir kısım köylü partinin tutumunu haklı bulurken, daha büyük bir kesim bunun ahlaksızlık olduğuna söyleyip, oylarını alabilmek için kandırıldıklarına hükmettiler. Zaten köyde önemli sayıda “Halk Partisinden başka parti tanımam.” Diyen bir kesim vardı. Bu yeni partinin Halk Partisine karşı, hatta düşman olduğunu düşünüyorlardı. Bunların çoğu Atatürk’ün, İnönü’nün yanında kurtuluş savaşına katılmış, ne yaparlarsa yapsınlar, onların vatanperverliğine yürekten inanmış kişilerdi. Abbas Çavuş seçim gününe kadar kapı, kapı dolaşıp köprünün bitmesi için dil döktü, partisine oy istedi. Köyde Kırat’a daha çok oy çıkarsa bunun köprü yüzünden olacağını köyün Kırat Partisi başkanı çok iyi biliyordu. O yüzden de her uğradığı evde köprünün köy için ne büyük bir nimet olduğunu anlatı durdu.
Seçim yapıldı, oylar sayıldı. 147 oy Kırat’a, 153 oy da Halk Partisine çıktı. O dönemlerde uygulanan seçim sistemine göre; bir seçim bölgesinde oyların yarıdan bir fazlasını alan parti o bölgenin çıkaracağı bütün Millet Vekillerini kazanmış oluyordu. Sonuçlara göre Yozgat'ta  Kırat Partisi, Halk Partisinin iki katı oy alarak bütün millet Vekillerine sahip olmuştu ama bizim köyde kazanamamıştı. Buna karşın köylü köprünün bitirileceği konusunda bir endişe taşımıyordu. Öyle ya; En fazla iki günlük işi kalmış köprü böyle bırakılacak değildi herhalde.
Demokrat Parti büyük bir çoğunlukla seçimleri kazandı. Ülkenin hemen her tarafında estirilen coşkulu kutlamaların ardından Adnan Menderesin başbakanlığında yeni hükümet göreve başladı. Başladı başlamasına da bizim köyün köprüsünün tamamlanması için en küçük bir hareket görünmüyordu ortalıklarda. Köylü büyük bir sıkıntı içindeydi. Çünkü köylüyü karşıya geçirecek yol kalmamıştı. Bırakın kağnı, araba geçirmeyi hayvanların da, insanların da geçmesi olanaksız durama gelmişti. Nedeni, Aşağıöz’ün iki yanının da, en düşüğü iki metre yükseklikteki bahçe duvarlarıyla çevrili olmasıydı. Köyün, kurulduğundan beri kullandığı yolu tümden kapanmıştı. Özü karşıya geçme şansı ancak, en yakın bir kilometreyi aşkın bir mesafe kadar yukarıda bulunuyordu. Yani sizin anlayacağınız köylü Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmuştu. Her zaman olduğu gibi bu olayın sonunda da bir kavganın ayak sesleri duyulmağa başladı. Köyün büyük çoğunluğu çekilen sıkıntının sorumlusu olarak Abbas Çavuş ve onun tayfasını görüyordu. Abbas Çavuşa gelince, o da işin bu noktaya gelmesini, söz verdikleri halde oylarını Kırata vermeyen, başta bizim sülale olmak üzere, Aşağı mahalleyi suçluyordu. Rıza Emmi, tarafların birbirlerini suçlamasının bir yararı olmayacağını, birlikte bir çözüm bulmak gerektiğini söylüyordu karşılaştığı köylülere. Muhtara da defalarca haber salarak, köyün ileri gelenlerini bir araya toplamasını, meselenin enine, boyuna konuşulmasını öğütlüyordu.
Toplantı yapıldı. Uzun ve karşılıklı suçlamalarla geçen tartışmaların sonunda, içinde muhtar ve Abbas Çavuşun da yer aldığı beş kişilik bir heyet seçildi. Hiç vakit yitirmeden heyet Vali Paşaya ve Demokrat Parti başkanına gidecek, köyün karşı karşıya olduğu büyük sıkıntıyı anlatacaktı. Hükümet de Parti de koskoca köyün bu zulmü çekmesini görmezlikten gelemezdi herhalde. Toplantı bitip haber köye yayılınca köylülerin gözleri yeni bir umutla parladı. Kırat’a oy vermeyenler de, “Biz bu partinin düşmanı mıyız? O da bizim düşmanımız değel. Bu sefer olmadıysa gelecek seçimde veririk oyumuzu. Yeter ki bize de ehdiyacımız olan hızmatı etsin.” Diyerek birbirlerine  düşündüklerini söylüyorlardı..
Ertesi gün heyet şehirdeydi. İki saat kadar kapısında bekledikten sonra Vali Paşanın yanına girebilmişler. Kendilerini tanıtıp, Abbas Çavuş olayı Vali Paşaya hatırlatmış. Köprünün bitmemiş olmasının bütün bir köye nasıl bir işkence olduğunu, köyde dirlik düzenlik kalmadığını söylemiş. Muhtar da;  “Gurban olduğum Vali Paşam, eğer bitirilmiyecekse bari esgi haline getirin. Biz koplüden vazgeçtik. Yolumuz galmadı. Tarlamız, bağımız bahçamız, yaylağımız, senin ağnıyacağın her şeyimiz garşıda galdı. Emme garşıya geçemiyok. Elini, ayağını öpüyüm, daşşanı yeyim vali paşam. Gurtar bizi bu çileden.” Diye yalvarmış. Vali, ‘daşşağını yeyim’  deyimine çok kızmış. “Ne diyorsun be adam. Koskoca devletin valisine söylenecek laf mı bu.” Şimdi seni içeri attırırım.”  Muhtar neye uğradığını şaşırmış. Vali paşanın neden böyle celallendiğine aklı yatmamış. ‘daşşağını yeyim’ demenin ne kötülüğü vardı ki?  Köyde ‘taşağını, çük’ünü yeyim’ demek karşısındakine içten bir sevgi, bir iltifat ifadesidir. Vali paşa bunu bilmez olur mu? Demek ki oluyormuş.  Ötekiler muhtarın ayağına basmışlar, çimdiklemişler, daha fazla çam devirmesine fırsat vermemişler. Sırayla her biri sıkıntının büyüklüğünü ve köylü için önemini dilleri döndüğünce Vali Paşaya aktarmağa çalışmışlar. Yardımını istemişler.
Vali bey özel kalemini çağırıp olay hakkında kendisine bilgi vermesini istemiş. Bir dakika bile geçmeden elinde bir dosyayla tekrar gelmiş müdür. Alçak sesle vali beye bir şeyler söyleyip çıkmış. Vali bey, yapabileceği bir şey olmadığını söylemiş soğuk bir ifadeyle. Meselenin kendisini değil, parti başkanını ilgilendirdiğini ifade etmiş; “Köylünüz sözünü tutmamış. Oyların çoğunu Halk Partisine vermiş. O yüzden de Parti o köprünün tamamlanması için tahsisat göndermemiş. İşinizi Ankara’dan halledebilirseniz gelecek yıla tahsisat ayırtıp köprünün bitirilmesini sağlayabilirsiniz. Benim size söyleyeceklerim bu kadar. Kusura kalmayın. Çok işim var. Size güle, güle.” Demiş.
Vali Paşadan bir sonuç alamayıp, biraz da nazikçe kovulmuşluk duygusu içinde ayrılan heyet doğru Demokrat Parti İl başkanının makamına yönelmiş. Kapıcı, on dakika kadar beklettikten sonra heyetin kendisiyle görüşmek istediğini başkana iletmiş. Yarım saat daha beklemişler sonra başkan tarafından kabul edilmişler. Abbas Çavuş olayı kısaca anımsatıp, ne büyük bir sıkıntı içinde olduklarını başkana anlatmış. “Sayın başkanım, koylü perişan oldu. Yolumuz tümden gapandı. Koylü yolun eski haline döndürülmesini isdiyo. Koplüden vazgeçdiler. Emme esgi haline getirmiye koyün gucünün yetmesi imkansız. Ne edeceğemizi şaşırdık. Koylü yemin billah ediyo, gelecek seçimde oyunu bizim partiye verecek. Yeterki koplü ya bitirilsin, ya da esgi durumuna getirilsin. Partimizin temsilcisi olarakdan herkeş bana saldırıyo. Evimde dirlik, düzenlik galmadı. İrahatmız, huzurumuz galmadı. Gidecek yerim olsa koyden goçeceem. İnanın ki durum bu. Bu meseleye bi çare, gurbanın oluyum başganım. Bi himmet gosder, beni de koylüyü de bu dertden kurtar. Elini, ayağını öpüyüm.” Abbas Çavuşun konuşmasını kesmeden dinlemiş olan başkan koltuğunda geriye doğru yaslanmış, yüzüne daha önceden yerleşen alaycı bir gülümsemeyle;
“Abbas Çavuş, seçimden önce sizi uyardım. ‘Oylar bize çıkmazsa köprü bitmez’ dedim. Siz ne yaptınız? Götürüp oylarınızı eski partiye verdiniz. Şimdi de karşıma gelmiş köprüyü tamamlayın diyorsunuz. Nasıl olacak bu, söyler misiniz? Hangi yüzle karşıma gelmeye cüret ediyorsunuz Köçeğin Kömlü’ler. Büyüklerimizin karşısında beni ne duruma düşürdünüz, farkında mısınız? Gelecek seçimde oyları bize vereceklermiş de… Mişmiş de mışmış. Siz onu benim külahıma anlatın artık. Gelecek seçime kim öle, kim kala. Koyünüzden bırakın daha çok oy çıkmasını, Halk Partiye bir tek bile oy çıkdığı müddetce koprüyü, moprüyü unudun. Haydi çıkın şimdi odamdan, işim gücüm var. Sizinle harcayacak boş zamanım yok benim. Haydi güle, güle.”
Parti başkanının söyledikleri Abbas Çavuş da dahil heyet üyelerinde tam bir şok etkisi yaratmıştı. Vali Paşa gibi başkan da kovmaktan beter etmişti. Çaresiz, başları öne eğik olarak başkanın odasını terk ettiler. Gidebilecekleri, dertlerini anlatabilecekleri kimse kalmamıştı. Bu işte tuzu olan herkese ağızlarına gelen bütün sövgüleri sıralayarak tekrar köyün yolunu tuttular. Arada bir, yönü kendisini gösteren bu sövgülerden Abbas Çavuş hayli gerilmişti. Köye kadar bunu belli etmemek için büyük sabır gösterdi.
Burada bir parantez açarak köprünün en büyük mağduru olan Hürü Bacıdan söz etmeliyim:  Yolun kapanmasından en büyük zarara uğrayan Hürü (huri) bacı ve ailesiydi. Bahçesi, bağı, harmanı, birkaç parça tarlası özün karşı kıyısındaydı. Günde birkaç kez karşıya geçmek zorundaydı. Eşeğiyle, kağnısıyla bağına, bahçesine bir şeyler taşıması gerekiyordu. Bunların hiç birini yapamamak canlarına tak etmişti. Yetkililere derdini anlatmak için yollara düştü. Önce vali paşanın kapısını çaldı. Vali yerinde yoktu. “Ankara’ya gitti.” Dediler. Yardımcısıyla görüştürdüler. O, bu konuda yapacak bir şeyi olmadığını söyleyip başından savdı. Kırat partisinin il başkanına çıktı. Başkanın kapısın da bekleyen biri Hürü Bacının görüşme isteğini içeri iletti. Sonra da çıkıp “Buyur nene, başganım seni bekliyo.” Deyip içeri  yolladı. Başkan göz ucuyla bakıp işaret ettiği koltuğa Hürü bacıyı buyur etti. “Hayırdır nine , bİ derdin mi var? Ziyaretinin sebebi ne ola ki?” Hürü bacı biraz ezik, biraz mahcup ve de ürkek bir ses tonuyla; “Efendi oğlum, gosgoca makamına elim boş geldim. Gusuruma galma. Ben adamınız Abbas çavışın koyündenim. Koplümüz yarım galdı. Bütün sülalem oyunu gotürüp sizin partiye atdı.” Çekingenliği çabuk geçti Hürü bacının. “Niye size verdik oylarımızı sen eyi biliyon.  Koplü yapılacak diye. Siz ne yapdığız? Esgisinden bin beter etdiğiz. Elimizi ayağamızı pırangalayıp bıakdığız. Başgaları oy vermediyse suç bizim mi? Biz niye cezalandırılıyoh? Adam dikin başına, oyunu vermiyenneri geçirmeyin koplüden. Allah, din gorhusu yok mu bu partide? Bize zulum edesiniz diye mi sizi başımıza getirdik? Hele bi kere de bana. Niye yapılmıyo koplümüz?” Hürü bacı yüreğinden taşan daha bir sürü şeyler söyledi. İçini kemiren ne varsa başkanın suratına tokat gibi çarptı.  Başkandan aldığı tek yanıt; “Boşuna celallenip kedini harap etme nenem. Sen şimdi git evine. Göğnünü ferah tut. Angara'dan tahsisat gelir gelmez koplünüz yapılacak. Meraklanma, rahat ol.” Sözcükleri oldu. Hürü Bacı; “Bu dediğin doğru çıkmazsa bi daha oy yerine zırnık alırsınız bizim tayfadan.” Diyerek çıktı dışarı.
Heyetin şehirden eli boş döndüğü haberi köyde çabuk duyuldu. Zaten herkes heyetin dönüşünü dört gözle bekliyordu. Bütün köy, gönderdikleri heyetin, köprünün bitirileceği müjdesini getireceğine inanmış, bu sonuca kilitlenmişti. Tam aksi yönde gelen haber önce Kara Hasanın kapısının önündeki söğüdün gölgesinde toplanmış adamların,  yüksek perdeden homurdanmalarına, arkasından Abbas Çavuş tayfasına yönelttikleri küfür ve sövgülere dönüştü. Bu gergin atmosfer Aşağı Mahallenin gençlerini ateşledi. Giderek artan, çoğalan bir kalabalığın öfkesi, ellerine geçirdikleri sopa, kazma, kürek, balta, dirgen vb. ile Yukarı Mahallede oturan Abbas Çavuş sülalesinin hanelerini baskın vermeye yöneldi. Önlerine çıkanı ‘Allah yarattı’ demeyip yerlere serdiler. Çavuşun tayfası toparlanıp karşı saldırıya geçinceye kadar bir düzineye yakın savaşçısı saf dışı edilmişti. Yine de Aşağı Mahalleden de kafası, gözü yarılarak, kolu bacağı kırılarak savaş dışı kalanlar oldu. Yaşlıların can pahasına araya girerek gösterdikleri yoğun çabaların sonucu kavga durdurulabildi
Kavgadan nasibini alanlar arasında Abbas Çavuş önde geliyordu. Hem kafası yarılmış, hem de kaba etinden iki bıçak darbesi almıştı. Ağır yaralı sayılabilecek üç kişi ile birlikte iki kağnıya yatırılarak hastaneye götürüldüler. Şehre giden yaralılardan biri de dayılarımdan üç numara olan Rıza dayımdı.  Kağnılar şehrin yolunu tuttuğunda geri kalan, kavgadan hafif yaralı ya da yara almadan sıyıran diğerleri bedenen ve zihinsel yönden oldukça rahatlamış olarak dövüş alanını terk etmişlerdi.
Doğal olarak bu kavga köprü sorununun çözümüne bir katkı sağlamadı. Aksine köylüyü iki düşman kampa ayırdı. Bir araya gelerek bir çözüm üretme olanağı kalmamıştı. Buna karşın köylünün sıkıntısı görmezlikten gelinecek, olmasa da olur cinsinden, sıradan bir sorun değildi. Ne yapıp, edip kesinlikle bir çözüm bulunması gerekiyordu. Başta Rıza Emmi olmak üzere Aşağı Mahallenin yaşlıları her fırsatta bir araya gelip çözüm arayışını sürdürdüler. Ve ellerinden gelebilecek tek çözüm üzerinde karar kıldılar. Uzun ve kalın hezen’lerle geçiş sağlamak. Bunun için kimin bağ, bahçe ya da tarla kenarında ergin selvi kavakları varsa, gerekirse parası ödenerek, alınıp kesilecek ve köprünün üzerine döşenecek. Kağnılar, arabalar geçemese de insanlar ve hayvanlar geçebilecek. Birçoklarının bu çözüme aklı yatmasa da denemeğe değer bulundu. Muhtar ve köy ihtiyar heyetinin ayrıntıları konuşup işi sonuca bağlaması kararlaştırıldı.
Üç, dört gün içinde kesilecek kavaklar belirlendi. Sahipleriyle pazarlık yapılıp anlaşmalar sağlandı. Vakit kaybetmeden belirlenen bu sekiz adet kavak kesilip budandı. Köprünün ayakları arasındaki mesafe altı metre kadardı. Kavak tomrukları sekizer metre olarak hazırlandı. Kağnılarla köprünün başına taşındı. Oldukça kalabalık bir ekip tomrukları köprünün üzerine yerleştirdiler. Araları kavakların dalları ile beslediler. Onların üzerini de çamurlu çakıl ile örttüler. En son olarak ta beş santim kadar kalınlıkta killi toprak serdiler köprünün üzerine.
Araba ve kağnı geçemese de ml, davar ve insanların geçmesini sağlamayı başardılar. Daha sonraki zamanlarda kağnı ile geçmeyi deneyen birkaç meraklı hayal kırıklığına uğradı. Kağnının tekerleri ağaçların arasına düşerek saplanıp kaldı. Bir yığın insanın çabalarıyla kağnının yükü başaltıldı ve kağnı kurtarıldı.
Bir süre sonra köylü yeni düzenine uyum sağlayarak köprüyü unuttu. Onlar unutmasalar da  hükümet bizim köprüyü çoktan unutmuştu zaten. O tarihten sonra Kırat Partisinin iktidardan gittiği 27 Mayıs 960 tarihine kadar yapılan bütün seçimlerde bizin köyden Demokrat parti’ye tek bir oy çıkmadı.

   


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder