TOPLUMU DİN İLE
TERBİYE ETMEK
Dürüst ve adaletli bir toplum yaratmanın, toplumda sevgi ve
saygıya dayanan ilişkileri geliştirip güçlendirmenin, kısaca bir toplumu din
ile, din kuralları ile düzenlemeğe çalışmanın pek de öyle olumlu sonuçları
olduğunu ileri sürmek mümkün görünmüyor. Toplumu yüceltmenin dinin kurallarını
uygulamakla, vecibeleri eksiksiz yerine getirmekle sağlanabileceğini ileri
sürmek ve bunu topluma dayatmak, eğer art niyetli değillerse, bunu yapanların
toplumu ve kendilerini kandırmaktan başka bir anlamı olamaz. Ülkemizde, her
şeyin dine sarılarak, din kurallarını eksiksiz yerine getirerek çözüleceğini
ileri sürmek ham bir hayaldir. Bu hayali savunanların büyük çoğunluğu bunu,
doğru olduğu için değil, kişisel ve gurupsal çıkarları bunu gerektirdiği için
yapmaktadırlar. Tanrıdan ve onun buyruğu olduğunu varsaydıkları söylem ve
ritüellerden başka dayanak bulamayan eğitimsiz, cahil ve yoksul insanlarımız da
bu sahtekar, çıkarcıların peşine takılmaktadırlar.
Çağımızda bugüne kadar din kurallarıyla yönetilerek başarıya
ulaşmış bir toplumun, bir ülkenin varlığından söz edebilmek ne yazık ki söz
konusu değil. Çağdaş medeniyetler içinde saygınlığı olan bir din devleti
görülmedi. Bunun olamayacağı da kesindir. Çünkü din kuralları, çoğu tanrı
buyruğu olduğuna inanıldığından, değiştirilemezlik, kesinlik içerir. Araştırma
ve sorgulamağa kapalıdır. Düşünmeden kabul etmeyi gerektirir. Bir mantığı olup
olmadığına bakılmaz. Oysaki insanlık alemi kaçınılmaz bir değişim ve dönüşüm
süreci içinde ilerlemektedir. Bu değişim ve dönüşümün, ilerlemenin motoru da
sorgulama ve araştırmadır. Bunu reddederek, yok sayarak bir yere varmak mümkün
olabilir mi?
On günlük bir Japonya, yirmi günlük ABD ve on günlük de
Norveç gezilerinden yeni döndüm. Bu ülkelerde, özellikle Japonya ve Norveç’te
insanların çok büyük bir kesimi dinlerin dogmalarından ve din kurallarının
bağlayıcılığından tamamen uzak yaşıyorlar. Her iki ülkenin yönetimleri de,
insanları da dinle siyaseti, bilimi, teknolojiyi ve ekonomiyi birbirinden
ayırmış durumdalar. Hiç kimse dininden, meshebinden, ibadetinden, inancından,
inançsızlığından dolayı incinmiyor, aşağılanmıyor, bir baskı, bir ayrımla
karşılaşmıyor. Buna karşın herkes birbirine saygılı, birbirinin haklarına
saygılı, ülkesine yürekten bağlı, dayanışmanın, birlikte yaşamanın tadına
varmış, din konusunun sadece bir inanç konusu olduğunun, herkesin inancının
kendisini ilgilendirdiğinin bilincinde olarak mutlu bir şekilde yaşamanın
tadına ve zevkine ermiş durumdalar.
Japonlar Budizm’i kendi gelenek, görenek ve inanç sistemleri
ile harmanlayıp kimseyi dışlamayan, aşağılamayan, başka inançlara saygılı olmaya,
birbirini sevmeye ve haklarını korumaya özen gösteren, araştırma ve sorgulamaya
geniş bir alan açan, bilimi, gelişmeyi öne çıkaran bir mantaliteyi, bir inanışı
hakim kılmışlar. Norveçlilerin ise büyük bir bölümünün Ateist olduğu
söyleniyor. O kadar ki, orada din konusu açıldığında, mizah olarak da olsa gerçeği önemli ölçüde
yansıttığı kuşkusuz olan şu söylemi çok sık işitiyorsunuz: “Norveçli yaşamı
boyunca üç kez kiliseye girer; doğduğunda vaftiz için, evlenirken nikah
merasimi için, öldüğünde cenaze töreni için.”
Din kurallarının bu kadar gevşek olduğu bu toplumlar nasıl
oluyor da dünyanın en adaletli, en saygılı, hoşgörülü, ahlaki değerleri en üst
düzeyde benimseyip özümsemiş olabiliyorlar? (Gebze’de köprü yapımında sorumlu
Japon mühendisin, işi öngördüğü sürede bitiremeyişi nedeniyle intihar etmesi
olayını hatırlayalım lütfen) Ülkemizde daha çok dindarlık, daha çok ibadet,
daha çok Müslüman olmak, daha çok din kurallarını hayata geçirmekle gelişmiş, dürüst,
çağdaş, saygıdeğer bir refah toplumu olabileceğimiz düşüncesini uygulamak
isteyenlerin ibret alması gereken bir durum değil mi bu ülkeler? Bu durum şunu
açıkça göstermiyor mu? Bir toplumun her bakımdan düzgün olmasının dinle, din
kurallarının eksiksiz uygulanmasıyla, dine bağlılıkla fazlaca bir ilgisi yok.
Tersine bu yozlaşmış, körü körüne dindarlığın toplumsal gelişme ve yükselişe
olumsuz etkileri sayılamayacak kadar fazla.
Başta asrın liderimiz, sayın Cumhurbaşbakanımız olmak üzere
şu an bizi yönetenlerin pek çoğunun bunları bilmiyor olması zayıf bir olasılık.
Ama onların ‘can suyu’ halkın bunları bilmemesinden kaynaklı. Büyük çoğunluğun
bunları bilip öğrenmemesi için var güçleri ile savaşmaları, bu savaşta sürekli
dini ön plana çıkarmaları bundan. Bakalım nereye kadar?