1975 senesinin mayıs ayında posta ile gönderilmiş bir
davetiye aldım. Davetiye Yozgat'tan, doğup büyüdüğüm Köçekkömü köyü muhtarlığı
tarafından gönderiliyordu. Köyün alt başındaki Aşağı Özün üzenine inşa edilen
köprünün açılış törenine davet ediliyordum. Davetiyeyi okuyunca, 15 yıl önce
çıktığım ve bu süre içinde ancak iki kez gidebilme fırsatı bulduğum köyümün
köprüsünün nihayet yapılmış olmasından büyük mutluluk duydum.
Cumhuriyetimizin kuruluşundan başlayarak 1946 yılına
kadar tek parti yönetimi altında olan ülkemiz bu tarihten itibaren çok partili
yönetime geçiş yaptı. 1946 da ikinci
parti olarak seçime giren Demokrat Parti bazı bölgelerde seçimi kazansa da
Meclis çoğunluğunu elde etmekten hayli uzak kalmıştı.
1950 yılı yaklaşırken ne oldu, nasıl oldu bilmiyorum
Demirgırat ismi (Demokrat kelimesi Anadolu’da böyle telaffuz ediliyordu.)
ülkeyi sardı. Halk ‘Demokrat Parti’ yerine Demirgırat ya da kısaca ‘Gırat’
ismini kullanıyordu. Üzerinde kır bir atın resmi olan bayraklar her yerde
dalgalanmağa başladı. Yollardaki arabaların, kamyonların, otobüslerin,
traktörlerin hemen, hemen tamamı bu kırat’lı bayrağı taşır oldular. Köylere,
haftaya kalmıyor Demirgırat partisinden bir heyet mutlaka damlıyordu. Köyün
okulu yoksa okul, yolu yoksa yol, suyu yoksa su getireceklerini söylüyorlardı.
“Yeter ki siz oylarınızı Kırat’a verin.” diyorlardı.
Bizim köylülerin büyük bir kısmı bu vaatleri temkinli
karşıladılar. Kırat partisi yetkililerinin sözlerini tutacağına inanan bir
azınlık grup, daha doğrusu aynı soyadı taşıyan bir akraba topluluğu vardı. Bu
gurubun yetişkin erkekleri de, kadınları da rastladıkları köylüye her fırsatta
Demirgratın yapacaklarını anlatmaktan geri durmuyorlardı. Sonradan öğrenildi ki
o guruptan Kaygısız Hamzan’ın oğlu Abbas Çavuş’a para vermişler ve onu köye
Kırat partisi başkanı yapmışlar. Bunu duyan köylülerden bazıları kıskançlıktan,
bazıları da bu yeni partinin böyle gizli kapaklı işler çevirmesine çanak
tutmasından Abbas Çavuşa da, tayfasına da, Demirgrat partisine de cephe
aldılar. Kış aylarının işsiz, güçsüz geçen günlerinde bir araya gelen köyün
insanları Abbas Çavuş ve tayfasına karşı olsalar da bu yeni partinin
söylemlerini ve vaatlerini tartışmaktan da geri durmuyorlardı. Yaşını, başını
almış, deneyimli insanlar parti yetkililerinin söylediklerine kuşkulu
bakıyorlardı. Köyün en sözüne itibar edilen adamı Rıza Emmi; “Yavu millet, bu
parti bu gadar vaadlerini yerine getirecek parayı nerden bulacak?” diye
soruyor, diğerlerinin kuşkularına dayanak oluyordu.
Genel seçime dört ay kadar bir zaman kalmıştı ki yeni
partinin İl Başkanı olduğu söylenen bir beyefendi, yanında devlet kıyafetli
birkaç adamla yine köye geldi. Daha önceden hazırlığını yapmış olan Abbas
Çavuşun evinde, köyün ileri gelenlerinin evlerine tek, tek adam salarak
toplanmaları sağlandı. Toplantıda Kırat partisinin il başkanı; “Bu köyün acil
gereksinimi nedir?” diye sormuş. Tartışmaların sonunda çoğunluk fikri olarak,
Aşağı Öz’ün üzerine bir köprü yapılması konusu ağırlık kazanmış. Kırat
Partisinin il başkanı da on beş gün içinde köprünün yapılmasını başlatacağı
sözünü vermiş. “Evelallah koplünüzü yapacağız. Hemide öyle bi koplü
yapdıracağam ki namı bütün Yozgadın koylerinde yörüyecek. Herkeş sizin koyün
koplüsünü gonuşacak. Tabii ki benimde sizden bi isdeğem olacak. Bütün koylü
oyunu bizim partiye, yani Gırat’a verecek. Cebinizden bi guruş bile çıkmıyacak.
Oy dediğin nedir ki, seçim gunü elinize dutuşdurulacak bi kaat parçası. O
kaatda möhürü Gırat’a basacak, sandığa atacaksınız. Hepisi bu.”
Aşağı Öz’e yapılacak köprü köy için gerçekten yaşamsal
bir önem taşıyordu. Her yıl ilkbaharda ve güz aylarındaki sağanak yağışlarda
bir sürü koyun sığır sellere kapılıp telef oluyordu. Hatta bu güne kadar üçü
çocuk olmak üzere beş insan, ilkbahar ve güz sağanaklarında bu özü geçerken
selde boğulup yaşama veda etmişlerdi. Ayrıca her yıl sellerden sonra özün
yatağı oyuluyor, Kağnıların geçmesi olanaksız hale geliyordu. Köylü her yıl
birkaç kez geçit bölgesini yeniden yapmak zorunda kalıyordu. Nerden baksan
buraya bir köprü yapılması köyün büyük bir sorununun çözülmesi demekti.
Gerçekten de Nisan ayının sonlarına doğru sarı renkte
bir Karayolları Kamyonu, bir kazıcı ve yükleyici makine ve üç işçi gelip Aşağı
Öz’ün karşısında çadırlarını kurup konakladılar. Bu habersiz gelişi duyan
kadın, erkek, genci, yaşlısı akın, akın Aşağı Öz’ün yolunu tuttu. Kısa bir süre
sonra nerdeyse köyün yarısı kamyonun ve makinenin başındaydı. Abbas Çavuş,
partinin gönderdiği bu ekipteki adamlardan birinin Yol Mühendisi, birinin de
Yüklenici, ötekilerin bunların emrinde çalışacak olan kimseler olduğunu
açıkladı. İnsanların çoğunluğu bu hiç görmedikleri yol makinesini incelemekle
meşguldü. Nasıl çalışıyordu, ne iş yapıyordu, nelere kadirdi bunları dehşet
merak ediyorlardı. Çalışmaya başlamasını sabırsızlıkla bekliyorlardı.
O gün bir çalışma olmadı. Ertesi gün başta vali bey
olmak üzere devletimizin ileri gelenlerinin ve Demokrat partinin Millet Vekili
adayları ile parti yetkililerinin köye gelecekleri, köprü inşaatını büyük bir
törenle başlatacakları bütün köye duyuruldu. Başta muhtar ve Abbas Çavuş olmak
üzere köylü yoğun bir hazırlığa koyuldu. O günkü işler tatil edildi, bayramlık
giysiler sandıklardan çıkartıldı, iki çift davul zurna ayarlandı, birisi Abbas
Çavuştan olmak üzere iki koç kesildi. Et ve pilav kazanları kuruldu, misafirler
heyecan ve sabırsızlıkla bekleme süreci başladı.
Öyleden sonra şoseden beri yükselen yoğun bir toz
bulutu ile birlikte konvoy göründü. Zaten ‘hazır ol’ da bekleyen köylü, davul,
zurnaların eşliğinde konvoya doğru seller gibi akmağa başladı. Köylünün o güne
kadar bir arada görmediği dokuz, on kadar otomobil, bir o kadar da at arabası
harman yerinde karşılandı. Başta vali Paşamız ( o zamanlar vali bey yerine vali
paşa denirdi.) olmak üzere şehirden
bütün büyüklerimizin elleri öpülüp, yedi göbek geçmişlerine hayır dualar
okundu. Yine davullar ve zurnaların çaldığı karşılama havalarının eşliğinde
öyle yemeğini yemek üzere dedemgilin evin yolu tutuldu.
Sofralar, dedemgilin büyük avluya kurulmuştu. Her biri
7 ya da 8 kişilik 20 kadar yuvarlak masalardan oluşan yer sofrası. Vali Paşa ve
yanındaki önemli kişilerin sofrası çiçeklerle süslenmiş, oturmak için sofranın
çevresine halı yastıklar dizilmişti. Diğer masalarda insanlar serilmiş çulların
üzerine sıralandılar. Avluya çocuklar ve kadınlar sokulmamıştı. Neşe içinde büyük bir iştahla bol etli bulgur
pilavı, koyun yoğurdu ve hoşaftan ibaret olan yemekler yendi. Dedemin okuduğu
bereket ve şükür duasının ardından Vali Paşanın konuşma yapacağı söylendi. Vali
paşamız, avludan dama çıkan merdivenin ikinci basamağına çıkarak konuşmasına
başladı:
“Sevgili Köçek Kömlüler. Aranızda bulunmaktan
ziyadesiyle mutluyum. Şu an köyünüze büyük bir hizmeti getirmenin sevincini hep
birlikte yaşıyoruz. Eğer oylarınızı Demokrat Partiye yani sizin deyiminizle
Kırat’a vermeye devam ederseniz daha çok büyük hizmetler gelecek bu köye. Bütün
meseleleriniz hallolacak. Bu köyü ilimizin örnek bir köyü yapacağız. Bunun ilk
adımını bu gün burada atıyoruz. Köyünüze, ilimize ve memleketimize hayırlı
olsun. Şimdi hep beraber gidip çalışmaları başlatalım. Haydi bismillah.”
Yine davul, zurnaların şamatası eşliğinde, Vali Paşa
ve şehirli erkanın peşinde bütün köy halkı Aşağı Öze, makinelerin oraya
yöneldik. Köyde her türden motorlu araca ‘Makine’ deniliyordu. Yapılacak
köprünün iki yanında da yol seviyesini yükseltilmesi gerekiyordu. Özün biraz
yukarısında sellerin bahçe duvarlarının kenarına yığdığı moloz yığınlarının
taşınarak bu sorunun çözülebileceği kararlaştırıldı.
Olağanüstü gücü ve yeteneği olan makinenin, kepçesini
daldırıp özün kenarındaki bu bol çakıl içeren toprağı kamyona yüklemesini bütün
köylü hayranlıkla izliyordu. Diğer tarafta da köprünün ayaklarının oturtulacağı
temeller kazılmış, ilk beton dökülmeye başlanmıştı. Yapılanlardan köylü son
derece sevinçli ve mutluydu. Kırat Partisine oy vermeyi düşünmeyen aileler bile
bir kere daha düşünme gereği duymaya başlamışlardı.
Çalışmalar bir hafta kadar aralıksız sürdü. Dört metre
kadar yükseklikteki köprünün ayakları tamamlandı. İki tarafta da bu yüksekliğe
uygun yol dolguları bitirildi. Sadece köprünün üzerinin kapatılması işi kaldı.
Köylü, kağnılarıyla, mal, davar sürüleriyle, yüklü hayvanlarıyla üzerinden
gelip geçecekleri günü iple çekiyorlardı artık. Bu büyük eserle ne kadar
gururduysalar haklıydılar. Özellikle Abbas Çavuş ve tayfasının afra,
tafrasından geçilmiyordu. Halk Partili olduklarını bildikleri insanlara tepeden
bakıyor,“Alçak dağları biz yarattık.” der gibi geziniyorlardı köyün içinde.
Bir akşamüstü makineler de, çalışanlar da her şeyleri
toparlayıp gittiler. Köprü inşaatının
bitmesini dört gözle bekleyen köylü bu duruma bir anlam veremediler. Abbas
Çavuş merak edip soranların; “Makinelerin işi bittiği için toplanıp getdiler.
Bundan böyle makineye ehtiyaç galmadı. Sadece demir ve çimonto gerek. Onu da
böğün, yarın gelip yaparlar.” diyerek meraklarını gidermeğe çalışıyordu.
Seçime birkaç gün kala köprü ile ilgili durum açığa
çıktı. Köylünün oyları sayıldıktan sonra tamamlanacaktı inşaat. Oylar Kırata
çıkarsa köprü anında bitirilecekti. Çıkmazsa belli değil. Bu bilgiyi köylüye
Abbas Çavuş duyurdu. Ona da Kırat Partisi il başkanı söylemiş. Bir kısım köylü
partinin tutumunu haklı bulurken, daha büyük bir kesim bunun ahlaksızlık
olduğuna söyleyip, oylarını alabilmek için kandırıldıklarına hükmettiler. Zaten
köyde önemli sayıda “Halk Partisinden başka parti tanımam.” Diyen bir kesim
vardı. Bu yeni partinin Halk Partisine karşı, hatta düşman olduğunu
düşünüyorlardı. Bunların çoğu Atatürk’ün, İnönü’nün yanında kurtuluş savaşına
katılmış, ne yaparlarsa yapsınlar, onların vatanperverliğine yürekten inanmış
kişilerdi. Abbas Çavuş seçim gününe kadar kapı, kapı dolaşıp köprünün bitmesi
için dil döktü, partisine oy istedi. Köyde Kırat’a daha çok oy çıkarsa bunun
köprü yüzünden olacağını köyün Kırat Partisi başkanı çok iyi biliyordu. O yüzden
de her uğradığı evde köprünün köy için ne büyük bir nimet olduğunu anlatı
durdu.
Seçim yapıldı, oylar sayıldı. 147 oy Kırat’a, 153 oy
da Halk Partisine çıktı. O dönemlerde uygulanan seçim sistemine göre; bir seçim
bölgesinde oyların yarıdan bir fazlasını alan parti o bölgenin çıkaracağı bütün
Millet Vekillerini kazanmış oluyordu. Sonuçlara göre Yozgat'ta Kırat Partisi, Halk Partisinin iki katı oy
alarak bütün millet Vekillerine sahip olmuştu ama bizim köyde kazanamamıştı.
Buna karşın köylü köprünün bitirileceği konusunda bir endişe taşımıyordu. Öyle
ya; En fazla iki günlük işi kalmış köprü böyle bırakılacak değildi herhalde.
Demokrat Parti büyük bir çoğunlukla seçimleri kazandı.
Ülkenin hemen her tarafında estirilen coşkulu kutlamaların ardından Adnan Menderesin
başbakanlığında yeni hükümet göreve başladı. Başladı başlamasına da bizim köyün
köprüsünün tamamlanması için en küçük bir hareket görünmüyordu ortalıklarda.
Köylü büyük bir sıkıntı içindeydi. Çünkü köylüyü karşıya geçirecek yol
kalmamıştı. Bırakın kağnı, araba geçirmeyi hayvanların da, insanların da
geçmesi olanaksız durama gelmişti. Nedeni, Aşağıöz’ün iki yanının da, en düşüğü
iki metre yükseklikteki bahçe duvarlarıyla çevrili olmasıydı. Köyün,
kurulduğundan beri kullandığı yolu tümden kapanmıştı. Özü karşıya geçme şansı
ancak, en yakın bir kilometreyi aşkın bir mesafe kadar yukarıda bulunuyordu.
Yani sizin anlayacağınız köylü Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan
olmuştu. Her zaman olduğu gibi bu olayın sonunda da bir kavganın ayak sesleri duyulmağa
başladı. Köyün büyük çoğunluğu çekilen sıkıntının sorumlusu olarak Abbas Çavuş
ve onun tayfasını görüyordu. Abbas Çavuşa gelince, o da işin bu noktaya
gelmesini, söz verdikleri halde oylarını Kırata vermeyen, başta bizim sülale
olmak üzere, Aşağı mahalleyi suçluyordu. Rıza Emmi, tarafların birbirlerini
suçlamasının bir yararı olmayacağını, birlikte bir çözüm bulmak gerektiğini
söylüyordu karşılaştığı köylülere. Muhtara da defalarca haber salarak, köyün
ileri gelenlerini bir araya toplamasını, meselenin enine, boyuna konuşulmasını
öğütlüyordu.
Toplantı yapıldı. Uzun ve karşılıklı suçlamalarla
geçen tartışmaların sonunda, içinde muhtar ve Abbas Çavuşun da yer aldığı beş
kişilik bir heyet seçildi. Hiç vakit yitirmeden heyet Vali Paşaya ve Demokrat
Parti başkanına gidecek, köyün karşı karşıya olduğu büyük sıkıntıyı
anlatacaktı. Hükümet de Parti de koskoca köyün bu zulmü çekmesini görmezlikten
gelemezdi herhalde. Toplantı bitip haber köye yayılınca köylülerin gözleri yeni
bir umutla parladı. Kırat’a oy vermeyenler de, “Biz bu partinin düşmanı mıyız?
O da bizim düşmanımız değel. Bu sefer olmadıysa gelecek seçimde veririk
oyumuzu. Yeter ki bize de ehdiyacımız olan hızmatı etsin.” Diyerek
birbirlerine düşündüklerini söylüyorlardı..
Ertesi gün heyet şehirdeydi. İki saat kadar kapısında
bekledikten sonra Vali Paşanın yanına girebilmişler. Kendilerini tanıtıp, Abbas
Çavuş olayı Vali Paşaya hatırlatmış. Köprünün bitmemiş olmasının bütün bir köye
nasıl bir işkence olduğunu, köyde dirlik düzenlik kalmadığını söylemiş. Muhtar
da; “Gurban olduğum Vali Paşam, eğer
bitirilmiyecekse bari esgi haline getirin. Biz koplüden vazgeçtik. Yolumuz
galmadı. Tarlamız, bağımız bahçamız, yaylağımız, senin ağnıyacağın her şeyimiz
garşıda galdı. Emme garşıya geçemiyok. Elini, ayağını öpüyüm, daşşanı yeyim
vali paşam. Gurtar bizi bu çileden.” Diye yalvarmış. Vali, ‘daşşağını
yeyim’ deyimine çok kızmış. “Ne diyorsun
be adam. Koskoca devletin valisine söylenecek laf mı bu.” Şimdi seni içeri
attırırım.” Muhtar neye uğradığını
şaşırmış. Vali paşanın neden böyle celallendiğine aklı yatmamış. ‘daşşağını
yeyim’ demenin ne kötülüğü vardı ki?
Köyde ‘taşağını, çük’ünü yeyim’ demek karşısındakine içten bir sevgi,
bir iltifat ifadesidir. Vali paşa bunu bilmez olur mu? Demek ki oluyormuş. Ötekiler muhtarın ayağına basmışlar,
çimdiklemişler, daha fazla çam devirmesine fırsat vermemişler. Sırayla her biri
sıkıntının büyüklüğünü ve köylü için önemini dilleri döndüğünce Vali Paşaya
aktarmağa çalışmışlar. Yardımını istemişler.
Vali bey özel kalemini çağırıp olay hakkında kendisine
bilgi vermesini istemiş. Bir dakika bile geçmeden elinde bir dosyayla tekrar
gelmiş müdür. Alçak sesle vali beye bir şeyler söyleyip çıkmış. Vali bey,
yapabileceği bir şey olmadığını söylemiş soğuk bir ifadeyle. Meselenin kendisini
değil, parti başkanını ilgilendirdiğini ifade etmiş; “Köylünüz sözünü tutmamış.
Oyların çoğunu Halk Partisine vermiş. O yüzden de Parti o köprünün tamamlanması
için tahsisat göndermemiş. İşinizi Ankara’dan halledebilirseniz gelecek yıla
tahsisat ayırtıp köprünün bitirilmesini sağlayabilirsiniz. Benim size
söyleyeceklerim bu kadar. Kusura kalmayın. Çok işim var. Size güle, güle.”
Demiş.
Vali Paşadan bir sonuç alamayıp, biraz da nazikçe
kovulmuşluk duygusu içinde ayrılan heyet doğru Demokrat Parti İl başkanının
makamına yönelmiş. Kapıcı, on dakika kadar beklettikten sonra heyetin
kendisiyle görüşmek istediğini başkana iletmiş. Yarım saat daha beklemişler
sonra başkan tarafından kabul edilmişler. Abbas Çavuş olayı kısaca anımsatıp,
ne büyük bir sıkıntı içinde olduklarını başkana anlatmış. “Sayın başkanım,
koylü perişan oldu. Yolumuz tümden gapandı. Koylü yolun eski haline
döndürülmesini isdiyo. Koplüden vazgeçdiler. Emme esgi haline getirmiye koyün
gucünün yetmesi imkansız. Ne edeceğemizi şaşırdık. Koylü yemin billah ediyo,
gelecek seçimde oyunu bizim partiye verecek. Yeterki koplü ya bitirilsin, ya da
esgi durumuna getirilsin. Partimizin temsilcisi olarakdan herkeş bana
saldırıyo. Evimde dirlik, düzenlik galmadı. İrahatmız, huzurumuz galmadı.
Gidecek yerim olsa koyden goçeceem. İnanın ki durum bu. Bu meseleye bi çare,
gurbanın oluyum başganım. Bi himmet gosder, beni de koylüyü de bu dertden
kurtar. Elini, ayağını öpüyüm.” Abbas Çavuşun konuşmasını kesmeden dinlemiş
olan başkan koltuğunda geriye doğru yaslanmış, yüzüne daha önceden yerleşen
alaycı bir gülümsemeyle;
“Abbas Çavuş, seçimden önce sizi uyardım. ‘Oylar bize
çıkmazsa köprü bitmez’ dedim. Siz ne yaptınız? Götürüp oylarınızı eski partiye
verdiniz. Şimdi de karşıma gelmiş köprüyü tamamlayın diyorsunuz. Nasıl olacak
bu, söyler misiniz? Hangi yüzle karşıma gelmeye cüret ediyorsunuz Köçeğin
Kömlü’ler. Büyüklerimizin karşısında beni ne duruma düşürdünüz, farkında
mısınız? Gelecek seçimde oyları bize vereceklermiş de… Mişmiş de mışmış. Siz
onu benim külahıma anlatın artık. Gelecek seçime kim öle, kim kala. Koyünüzden
bırakın daha çok oy çıkmasını, Halk Partiye bir tek bile oy çıkdığı müddetce
koprüyü, moprüyü unudun. Haydi çıkın şimdi odamdan, işim gücüm var. Sizinle
harcayacak boş zamanım yok benim. Haydi güle, güle.”
Parti başkanının söyledikleri Abbas Çavuş da dahil
heyet üyelerinde tam bir şok etkisi yaratmıştı. Vali Paşa gibi başkan da
kovmaktan beter etmişti. Çaresiz, başları öne eğik olarak başkanın odasını terk
ettiler. Gidebilecekleri, dertlerini anlatabilecekleri kimse kalmamıştı. Bu
işte tuzu olan herkese ağızlarına gelen bütün sövgüleri sıralayarak tekrar
köyün yolunu tuttular. Arada bir, yönü kendisini gösteren bu sövgülerden Abbas
Çavuş hayli gerilmişti. Köye kadar bunu belli etmemek için büyük sabır
gösterdi.
Burada bir parantez açarak köprünün en büyük mağduru
olan Hürü Bacıdan söz etmeliyim: Yolun
kapanmasından en büyük zarara uğrayan Hürü (huri) bacı ve ailesiydi. Bahçesi,
bağı, harmanı, birkaç parça tarlası özün karşı kıyısındaydı. Günde birkaç kez
karşıya geçmek zorundaydı. Eşeğiyle, kağnısıyla bağına, bahçesine bir şeyler
taşıması gerekiyordu. Bunların hiç birini yapamamak canlarına tak etmişti.
Yetkililere derdini anlatmak için yollara düştü. Önce vali paşanın kapısını
çaldı. Vali yerinde yoktu. “Ankara’ya gitti.” Dediler. Yardımcısıyla
görüştürdüler. O, bu konuda yapacak bir şeyi olmadığını söyleyip başından
savdı. Kırat partisinin il başkanına çıktı. Başkanın kapısın da bekleyen biri
Hürü Bacının görüşme isteğini içeri iletti. Sonra da çıkıp “Buyur nene,
başganım seni bekliyo.” Deyip içeri
yolladı. Başkan göz ucuyla bakıp işaret ettiği koltuğa Hürü bacıyı buyur
etti. “Hayırdır nine , bİ derdin mi var? Ziyaretinin sebebi ne ola ki?” Hürü
bacı biraz ezik, biraz mahcup ve de ürkek bir ses tonuyla; “Efendi oğlum,
gosgoca makamına elim boş geldim. Gusuruma galma. Ben adamınız Abbas çavışın
koyündenim. Koplümüz yarım galdı. Bütün sülalem oyunu gotürüp sizin partiye
atdı.” Çekingenliği çabuk geçti Hürü bacının. “Niye size verdik oylarımızı sen eyi
biliyon. Koplü yapılacak diye. Siz ne
yapdığız? Esgisinden bin beter etdiğiz. Elimizi ayağamızı pırangalayıp
bıakdığız. Başgaları oy vermediyse suç bizim mi? Biz niye cezalandırılıyoh?
Adam dikin başına, oyunu vermiyenneri geçirmeyin koplüden. Allah, din gorhusu
yok mu bu partide? Bize zulum edesiniz diye mi sizi başımıza getirdik? Hele bi
kere de bana. Niye yapılmıyo koplümüz?” Hürü bacı yüreğinden taşan daha bir
sürü şeyler söyledi. İçini kemiren ne varsa başkanın suratına tokat gibi
çarptı. Başkandan aldığı tek yanıt;
“Boşuna celallenip kedini harap etme nenem. Sen şimdi git evine. Göğnünü ferah
tut. Angara'dan tahsisat gelir gelmez koplünüz yapılacak. Meraklanma, rahat
ol.” Sözcükleri oldu. Hürü Bacı; “Bu dediğin doğru çıkmazsa bi daha oy yerine zırnık
alırsınız bizim tayfadan.” Diyerek çıktı dışarı.
Heyetin şehirden eli boş döndüğü haberi köyde çabuk
duyuldu. Zaten herkes heyetin dönüşünü dört gözle bekliyordu. Bütün köy,
gönderdikleri heyetin, köprünün bitirileceği müjdesini getireceğine inanmış, bu
sonuca kilitlenmişti. Tam aksi yönde gelen haber önce Kara Hasanın kapısının
önündeki söğüdün gölgesinde toplanmış adamların, yüksek perdeden homurdanmalarına, arkasından
Abbas Çavuş tayfasına yönelttikleri küfür ve sövgülere dönüştü. Bu gergin
atmosfer Aşağı Mahallenin gençlerini ateşledi. Giderek artan, çoğalan bir
kalabalığın öfkesi, ellerine geçirdikleri sopa, kazma, kürek, balta, dirgen vb.
ile Yukarı Mahallede oturan Abbas Çavuş sülalesinin hanelerini baskın vermeye
yöneldi. Önlerine çıkanı ‘Allah yarattı’ demeyip yerlere serdiler. Çavuşun
tayfası toparlanıp karşı saldırıya geçinceye kadar bir düzineye yakın savaşçısı
saf dışı edilmişti. Yine de Aşağı Mahalleden de kafası, gözü yarılarak, kolu
bacağı kırılarak savaş dışı kalanlar oldu. Yaşlıların can pahasına araya
girerek gösterdikleri yoğun çabaların sonucu kavga durdurulabildi
Kavgadan nasibini alanlar arasında Abbas Çavuş önde
geliyordu. Hem kafası yarılmış, hem de kaba etinden iki bıçak darbesi almıştı.
Ağır yaralı sayılabilecek üç kişi ile birlikte iki kağnıya yatırılarak
hastaneye götürüldüler. Şehre giden yaralılardan biri de dayılarımdan üç numara
olan Rıza dayımdı. Kağnılar şehrin
yolunu tuttuğunda geri kalan, kavgadan hafif yaralı ya da yara almadan sıyıran
diğerleri bedenen ve zihinsel yönden oldukça rahatlamış olarak dövüş alanını
terk etmişlerdi.
Doğal olarak bu kavga köprü sorununun çözümüne bir
katkı sağlamadı. Aksine köylüyü iki düşman kampa ayırdı. Bir araya gelerek bir
çözüm üretme olanağı kalmamıştı. Buna karşın köylünün sıkıntısı görmezlikten
gelinecek, olmasa da olur cinsinden, sıradan bir sorun değildi. Ne yapıp, edip
kesinlikle bir çözüm bulunması gerekiyordu. Başta Rıza Emmi olmak üzere Aşağı
Mahallenin yaşlıları her fırsatta bir araya gelip çözüm arayışını sürdürdüler.
Ve ellerinden gelebilecek tek çözüm üzerinde karar kıldılar. Uzun ve kalın
hezen’lerle geçiş sağlamak. Bunun için kimin bağ, bahçe ya da tarla kenarında
ergin selvi kavakları varsa, gerekirse parası ödenerek, alınıp kesilecek ve
köprünün üzerine döşenecek. Kağnılar, arabalar geçemese de insanlar ve
hayvanlar geçebilecek. Birçoklarının bu çözüme aklı yatmasa da denemeğe değer
bulundu. Muhtar ve köy ihtiyar heyetinin ayrıntıları konuşup işi sonuca
bağlaması kararlaştırıldı.
Üç, dört gün içinde kesilecek kavaklar belirlendi.
Sahipleriyle pazarlık yapılıp anlaşmalar sağlandı. Vakit kaybetmeden belirlenen
bu sekiz adet kavak kesilip budandı. Köprünün ayakları arasındaki mesafe altı
metre kadardı. Kavak tomrukları sekizer metre olarak hazırlandı. Kağnılarla
köprünün başına taşındı. Oldukça kalabalık bir ekip tomrukları köprünün üzerine
yerleştirdiler. Araları kavakların dalları ile beslediler. Onların üzerini de
çamurlu çakıl ile örttüler. En son olarak ta beş santim kadar kalınlıkta killi
toprak serdiler köprünün üzerine.
Araba ve kağnı geçemese de ml, davar ve insanların
geçmesini sağlamayı başardılar. Daha sonraki zamanlarda kağnı ile geçmeyi
deneyen birkaç meraklı hayal kırıklığına uğradı. Kağnının tekerleri ağaçların
arasına düşerek saplanıp kaldı. Bir yığın insanın çabalarıyla kağnının yükü
başaltıldı ve kağnı kurtarıldı.
Bir süre sonra köylü yeni düzenine uyum sağlayarak
köprüyü unuttu. Onlar unutmasalar da
hükümet bizim köprüyü çoktan unutmuştu zaten. O tarihten sonra Kırat
Partisinin iktidardan gittiği 27 Mayıs 960 tarihine kadar yapılan bütün
seçimlerde bizin köyden Demokrat parti’ye tek bir oy çıkmadı.