Ankara Üniversitesi Fen Fakültesindeki ilk yılım
Dikimevi'nde Coşkun Sokakta bulunan Yozgat Talebe Yurdu’nda geçti. Sokağımız
Devlet Konservatuarının Dikimevi tarafından gelirken sağında kalan sokaktı.
Konservatuarın arkası boş bir araziydi ve oraya Site Yurdu yapılıyordu. Sokağın
karşı tarafında ana caddeden bizim yurda gelinceye kadar, hepsi de bahçe içinde
üçer katlı dört apartman vardı. Hemen hepsi birbirine benzeyen bu apartmanların
caddeye bakan balkonları akşam üzerleri hiç boş olmazdı. Yaz akşamları ev
sakinleri gölge düşmüş balkonlarında oturur, çaylarını yudumlarken hem caddeden
gelip geçenleri izler, hem de serinlemiş olurlardı. Yurda gelip giderken hep bu
apartmanların önünden geçer, yurda komşu apartmanla üçüncü apartmanın
balkonundaki oldukça güzel iki kızın dikkatini çekmeye çalışırdık.
O yıl bağlama çalmada ustalığımın doruk
noktasındaydım. İkinci kattaki yatakhanem Şenay adındaki komşu kızının
bahçesine bakıyordu. Akşamüstleri onu bahçede gördüğüm zamanlar hemen bağlamamı
alıp serenat’a başlardım. Şenay da benim ona duyduğum ilgiye kayıtsız değildi.
Hatta bir gün konservatuarın önünde karşılaştığımız ve ona bir şeyler söylemeye
hazırlandığım anda “Seni seviyorum.” dedi, koşarak uzaklaştı. Sanırım Hamamönü’ndeki lisede ikinci sınıfta okuyordu. Bir hafta sonra onu bir pastaneye
davet ettim, kabul etti. Pastanede bana gelecekle ilgili sorular sordu, ona
gerçeklerden ziyade hayallerimdeki geleceği anlattım. Pastaneden çıkıp Dikimevi
parkında el ele yürüdük, salıncakta onu salladım. Ve bizim sokağa girinceye
kadar birlikte yürüdük.
Ancak benim gözüm de, gönlüm de üçüncü apartmandaki
kızdaydı. O da TRT nin sol arkasındaki, Adının, Hacettepe Lisesi, olduğunu
anımsadığım lisede son sınıfı okuyordu. Adını dahi bilmediğim bu zeytin gözlü
kızla arkadaşlık etmeyi, onu sevgili
edinmeyi, onun sevgilisi olmayı o kadar çok istiyordum ki. Birkaç kez yoluna çıktım, konuşmak istedim
yüz bulamadım. Gerçi ters bir laf da etmedi ama konuşma isteğime de karşılık
vermedi. Evlerinin önünden geçerken, belki balkona çıkar da görebilirim diye
gözüm hep balkonlarında asılıp kalıyordu. Görebildiğim zamanlarda ise yürürken
elim ayağım birbirine dolaşıyordu.
Bir aksam saat on bir sıralarında Cebeci’deki bilardo
oynadığımız kahveden Turanla birlikte yurda dönüyorduk. Adının Bengü olduğunu o
akşam öğrenecek olduğum kızın apartmanının önüne geldiğimizde balkonda iki
kızın oturduğunu gördük. Birisi benimkiydi. Ötekini hiç görmemiştim. Turan
kızlara laf attı. Öteki kız, hiç ummadığımız bir yanıt verdi. Turan şimdi
anımsayamadığım bir şeyler daha söyledi. Kızın laf atmaları bizimle konuşmak
istediğini belli ediyordu. Ancak gecenin o saatinde, oldukça kısmaya çalıştığımız
sesimizi yine de başta anne, babaları olmak üzere birilerinin duymasından
endişe duyuyorduk. Buna çare için boş bir kibrit kutusunu bir ipe bağlayıp
balkondan aşağı sallandırmalarını istedim. “Siz hazırlayıncaya kadar biz yurda
gidip geleceğiz, bizi bekleyin.” Diyerek koşup yurda geldik. Beş dakika içinde
ben hem Bengü’ye hem de Tuğranın ağzından öteki kıza, kendimizi tanıtan
bilgilerle birlikte onlarla tanışıp, arkadaş olmayı ne çok istediğimizi yazdım.
Koşarak tekrar apartmanın önüne geldik. Geldiğimizi görünce ucuna kibrit kutusu
bağlı ipi balkondan aşağı sarkıttılar. Ben yazdığım kağıtları kibrit kutusuna
koyup kapattım. İpi yukarı çektiler. İçeri girdiler hemen. Birkaç dakika sonra
çıkıp bizim de üç, beş dakika beklememizi söyledi Turanın göz koyduğu kız.
Sözünü ettiğim süre kadar bekledikten sonra balkondan ipi sarkıttılar. Kutuyu
açıp içindeki kağıdı alarak, tepesinde
lamba yanan bir elektrik direğini dibine koştuk. Sabırsızlıkla kağıdı açtım.
Kağıtta şunlar yazılıydı. “Benim adım
Semanur, burası dayımın evi. Burada birkaç gün misafirim. Şu an kuzenin
yanımda. Onun adı da Bengü. Bizde sizinle tanışmak, arkadaş olmak istiyoruz.
Eğer gerçekten buluşmak istiyorsanız sizin belirleyeceğiniz bir yerde
buluşabiliriz, Semanur.” Semanur’un imzasının altında iki satır yazı daha
vardı. “İsmail ben Bengü. Seni daha önceden tanıyorum. Ben de seninle arkadaş
olmayı istiyorum. Bengü.” yazılıydı satırlarda. Bu iki tümce beni havalara
zıplatmaya yetti. Kızlara biraz sonra geleceğimizi söyleyip karşı yanıt için yine
yurda koştuk.
Yurtta Turan kıza söylemek istediklerini toparlayıp
yazmayı bir türlü beceremiyordu. Onun için yine mektubunu ben düşünüp yazdım.
Kendi mektubumda onu ilk gördüğüm günden beri nasıl tanışma arzusu duyduğumu,
nasıl özlediğimi ve nasıl çok sevdiğimi anlattım. Yazdığım pusulanın altına, o
an aklıma gelen bir de dörtlük ekledim. Hala şiir defterimde yazılı dörtlük
şuydu:
Yaz geceleri esen / Tatlı bir esintisin. / Yüzümü ne
yana dönsem / Karşımda gördüğüm sensin.
Ve
pusulalarımızı katladım, anında kızların balkonunun altındaydım. Pusulayı
balkondan sallandırdıkları kibrit kutusuna yerleştirip gönderdim. Bir köşeye
çekildik, gelecek yanıtları beklemeye başladık.
Beklememiz çok ta uzun sürmedi belki ama o kadar
sabırsızdık ki bize oldukça uzun geldi. Sonunda kızlar balkonda göründüler.
Kibrit kutusunu aşağı saldılar. Kutuyu açıp yazılı kağıtları aldım, elektrik
direğinin altına seğirttim. İki ayrı kağıt vardı bu sefer. Turan diye başlayan kağıdı okumadan sahibine
verdim. Öteki kağıt İsmail’e, başlığını taşıyordu. Bir solukta okudum. Sonra
bir daha, bir daha okudum. Şunları yazmıştı: “Yazdığın şiiri çok beğendim. Eğer
bu şiiri benim için şimdi yazdıysan mutlu oldum. Arkadaşın olmayı gerçekten
istiyorum. Sevgilerle, Bengü.” Bu bir
iki satırlık yazı beni havalara uçurmaya yetmişti. Pusulaları okur okumaz yine
yurda koştuk. Turan yine kağıt kalemi elime tutuşturdu almadım. Duygularının
kendisinin yazması gerektiğini söyleyip, “Ben Bengü’ye bir şiir daha yazacağım.
Seninle uğraşamam.” Diyerek ona sırt çevirdim. “Sevgili Bengü. Senin için bir
şiir daha yazdım. Umarım bunu da beğenirsin. Önceki şiirimi beğenmene çok
sevindim. Arkadaş olduğumuzda sana daha güzel şiirler yazacağımı bilmeni
istiyorum.” Diyerek şu dörtlüğü yazdım;
“Bu gece çok mutluyum./ Dünyalar benim oldu./
sevdiğimle konuştum./ Kalbim coşkuyla doldu.” Mektupları postalayıp beklemeye
başladık. On dakika kadar sonra balkonda göründüler. Sallandırdıkları kutuyu
açıp kağıtları çıkardım ve soluğu elektrik direğinin dibinde aldık.
Turanın kızının neler yazdığıyla hiç ilgilenmiyordum
artık. Adını bile unutmuştum kızın. Hemen Bengü’nün mektubunu açıp okumaya
başladım. “Sevgili İsmail, eğer bu şiirleri önceden yazmamış, ya da bir
yerlerden aşırmamışsan sen gerçekten bir şairsin. Bu ikinci şiirine bayıldım.
Beni çok mutlu ettin. Yazmaya devam etmelisin bana göre. Madem bu kadar
yeteneklisin, ileride inşallah benim için daha güzel şiirler yazarsın.
Mektuplaşmaya devam etmek isterdik ama artık yatmamız gerekiyor. İki gün sonra
o pastanede buluşmak üzere hoşça kalın. Rüyanda beni görürsün inşallah. Biz
yatıyoruz, bay bay.
Gerçekte de gece yarısını çoktan geçmişti. Neredeyse
ortalık ağaracaktı. Kızlar artık uyumamız gerek demeseler bizim onlardan
ayrılmaya hiç de niyetimiz yoktu. Sabahın olması umurumuzda değildi. İstemesek
de yurda dönüp, sevinç içinde biz de mutlu bir şekilde uykumuza çekildik.
İki gün sonra kararlaştırdığımız pastanenin önünde
yarım saat öncesinden turlamaya başladık. Kızlar tam saatinde geldiler. El
sıkıştık. Pastane kalabalık değildi. Köşede bir masaya oturup siparişlerimizi
verdik. “Nasılsınız, evden çıkmanız umarım zor olmamıştır.” Gibi saçma bir
tümceyle söze ilk ben başladım. Yarım saat kadar süren konuşmaların sonunda
yakındaki parka yürümeye karar verdik. Yolda Bengü’nün elini tuttum. Hiç tepki
göstermedi. El ele parka kadar konuşarak yürüdük. Bir süre parkı dolaştık, bir
bankta oturduk. Ailelerimizden konuştuk. Fakülteyi bitirince ‘ne olacağımı’
sordu. Nerede yaşamak istediğimi sordu. Bunlara verdiğim yanıtları hiç
anımsayamıyorum şimdi. Bir sonraki buluşma tarih ve yeri kararlaştırdıktan
sonra yine el ele parktan ayrıldık. Bizim sokağın başına kadar ellerimiz
ayrılmadı. Bu arada Bengü’mün önceden bildiğimi sandığımdan çok daha güzel bir
kız olduğunu fark ettim. Tavırlarıyla da
bu algımı doruklara taşıdı.
Her ne olursa olsun onunla arkadaş olmaktan çok büyük
haz ve mutluluk duyuyordum. Hele ikinci buluşmamızda, mahcup bir tavırla beni
sevdiğini söylemesi ayaklarımı yerden kesmeye yetmişti. Birkaç kez buluşup yine
aynı pastaneye ve parka gittik. Liseden sonra Üniversite okumak istediğini, o
zamana kadar bekleyip beklemeyeceğimi sordu. İçtenlikle onu sonsuza kadar
bekleyeceğimi söyledim. En az üniversiteye başlayıncaya kadar ailesine
arkadaşlığımızdan söz edemeyeceğini, öğrenirlerse bu duruma çok sert tepki
vereceklerini, görüşmemizin sona ereceğini anlattı. “Bu yüzden bizim sokakta
birlikte görünmekten kesinlikle kaçınmamız gerek.” dedi. Bu durumu göz ardı
etmeyeceğime söz verdim.
Bir sabah, fakülteye gitmek üzere Cebeci Durağından belediye
otobüsüne bindiğimde Bengü’nün de otobüste olduğunu fark ettim. Otobüs oldukça
kalabalıktı. Ortalarda bir yerde ayakta duruyordu Bengü. Koridor tıkış, tıkış
dolu olduğundan hemen yanına gidemedim. Kurtuluş durağında inenlerin biraz
olsun rahatlattığı koridoru itiş, kakış geçip Bengü’ye ulaştım. “Günaydın.” dedim, hiç ses etmediği dönüp gibi yüzüme bile bakmadı. “Ne oldu ki yüzüme bile
bakmıyorsun. Kötü bir şey mi oldu? Sabah, sabah neden selamımı bile almadın.” diye üsteledim. Yine beni tanımazlıktan geldi. Kolundan tutup kendime doğru
çektim. Sert bir hareketle kolunu elimden kurtardı ve iki adım kadar arkaya
yürüyerek benden uzaklaştı. Bu arada Sıhhiye Durağına gelmiştik. Bengü arka
kapıdan indi, ben de ardından indim. Okuluna doğru hızla yürümeye başladı.
Peşinden yetişip yine kolundan yakalayarak durdurdum onu. “Neden yapıyorsun
bunu bana. Ben sana ne yaptım? Şuçumu söyle bileyim. Seni üzecek bir şey
yapmayacağımı biliyorsun. Niye konuşmuyorsun benimle?” der demez enseme balyoz
gibi inen bir tokatın acısı ile sarsıldım. Geriye döner dönmez aynı şiddette
bir tokat da suratımda patladı. Ne olup bittiğini anlayamadan yediğim tekme
tokatlarla neye uğradığımı şaşırmıştım. Sıhhiye meydanında, birisi kırklı,
diğeri yirmili yaşlarda iki kişinin saldırısına uğramıştım. Onlara karşı pek
de bir şey yapamayacağım açıkça ortada olsa da ellerinden kurtulup karşı
saldırıya geçtim. Aslında, bu cesareti gösterebilmemin altında, araya giren
insanların artık kavgaya izin vermeyecekleri umudu yatıyordu sanırım. Nitekim
de öyle oldu.
Daha yaşlı olan saldırgan Bengü’nün yanına gitti,
kolundan tutup; “Kim bu çocuk, bana doğruyu söyle, senden ne istiyo?” diye kızı
sarstı. O da; “Bilmiyorum kim olduğunu dayı, bir süredir bana askıntı oluyo.”
demesiyle ben gerçekten şok yaşadım. Demek Bengü otobüste dayısı olduğu için
beni tanımazlıktan gelmişti. Kızdan bu yanıtı alan adam bana bir daha
saldırdıysa da biriken kalabalık bana erişmesine fırsat bırakmadı.
Bengü’nün davranışları ve dayısına söyledikleri içimi
yediğim dayaktan çok daha fazla acıtmıştı. Ona çok kırılmıştım. Bunu neden
yaptığını aklım bir türlü kavrayamıyordu. Otobüste kaş, göz işaretiyle durumu
bana anlatabilirdi. Karma karışık duygular içinde yalpalıyordum. İçine düştüğüm
şu anki durum yürekler acısıydı. Korkunç derecede aşağılandığımı düşünüyordum.
Ben sopa yerken Bengü durup beni izlemişti. Bu olaydan sonra onu aramam, onun
yüzüne bakabilmem söz konusu bile olamazdı artık.
Serbest kalınca dönüp koşarak beni döven adamların
peşlerinden gittim. O saatlerde Kızılay caddesi çok kalabalık olmuyordu. İlerde
yukarı doru yürüyen bu adamları fark ettim. Yanlarında beni görünce hemen
gardlarını alıp kavga düzenine geçtiler. Kendilerine, kavga etmek için
gelmediğimi, konuşmak istediğimi söyledim. Bu kere anlayış gösterdiler ve
birlikte, birkaç metre ilerideki dükkanlarına gittik.
Önce kendimi tanıttım. Adam da Bengü’nün öz dayısı
olduğunu, yanındakinin de oğlu olduğunu, Bengü’nün en çok sevdiği, değer
verdiği yeğeni olduğunu söyledi. Kızı korumak düşüncesiyle benim onu tanımadığımı,
ama beğendiğim için arkadaş olmak istediğimi, daha açıkçası kızın söylediği
gibi askıntı olduğumu söyledim. Dediklerime pek inanmadığını söyledi. “Aranızda
bir şeyler olmasa bu kadar fütursuz yeğenime yaklaşamazdın. Her neyse.”
Dedikten sonra bana kısa bir nutuk çekti. Özet olarak şunu söyledi: “ikiniz de
okuyorsunuz. Bütün aile yeğenimin üniversiteyi de bitirmesini umuyor ve
istiyoruz. Okullarınızı bitirin mesleğinizi kazanın, işinizin başına geçin,
o zaman yanıma gel yeğenimi benden iste. Sana her türlü yardımı yaparım. Ama
şimdi bunun hiç mi hiç sırası değil. Bir daha da yeğenimi rahtsız ettiğini
duymayım, görmeyim. Duyar, görürsem gene aynı şeyi yaparım bunu da bil. Haydi
yolun açık olsun.
Karmakarışık duygularla mağazadan çıktım. Bu ilk gençlik
aşkıma ilişkin hayallerim, umutlarım darmadağın olmuştu. Ne bastığın yerin, ne
de nereye yürüdüğümün farkındaydım. Kafamın içinde binlerce arı vızıldıyordu.
Otobüste nasıl da anlayamamıştım onun konuşacak durumda olmadığını? “Ben ne
aptalım Tanrım.” Bu güzel, harika sevdayı nasıl bitirivermiştim? Bir türlü
inanamıyordum. Ama, neredeyse başlamadan bitmişti işte.
O akşam, efkar dağıtmak için arkadaşım Hüseyin’le
Ulus’ta bir gece kulübüne gittik. Kulüp kapanıncaya kadar içip, arkadaşımın
teselli çabalarına karşın uzunca bir süre ağladığımı anımsıyorum. Ne dediğimin,
ne yaptığımın farkında olamayacak kadar sarhoş olmuştum. Pavyondan kovulduktan sonra dönüş yolunda,
bir kenarda bulduğum, henüz annesine muhtaç, bir kedi yavrusunu alıp okşayarak
yurda getirmişim. Dört arkadaş birlikte kaldığımız yurt odasına kadar Hüseyin
bana eşlik etmiş. Beni yatağıma bırakıp gitmiş.
Odaya girdiğimde herkes uyuyormuş. Kedi yavrusuyla
konuşmaya başlamışım. Kısa süre sonra odadaki herkes uyanmış. Bütün çabalarına
karşın beni susturamamışlar. Kedi yavrusuna içimi dökmeyi susmaksızın
sürdürmüşüm. Susmak niyetinde olmadığımı anlayan arkadaşlar arka arkaya odayı
terk edip büyük yatakhanedeki buldukları boş yataklara taşınmışlar. Sanırım
sabaha karşı uyumuşum.
Öyleye doğru uyandım. Başım ağrıyordu. Koynumda bir
kedi yavrusu görünce şaşırdım. Yavrunun oraya nasıl geldiğini hiç
hatırlayamadım. Akşam işten dönen macera arkadaşım Turan olan biteni anlattı.
Öteki iki arkadaşın gece beni dövmemek için kendilerini zor tuttuklarını
söyledi.
Kedi yavrusuyla yurdun mutfağına indim. Onu doyurdum
ve yurdun bahçesine bıraktım. Sonra bir banka oturup düşündüm. Dün olanları
hatırladım. Bengü macerası kesin olarak bitmişti benim için. Yaşamın dalgalı,
fırtınalı okyanusunda yeni sevgiler, aşklar bulabileceğim umuduyla yeniden
yelken açmaya söz verdim kendime.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder