19 Eylül 2015 Cumartesi

BENGÜ

                                                                       

Ankara Üniversitesi Fen Fakültesindeki ilk yılım Dikimevi'nde Coşkun Sokakta bulunan Yozgat Talebe Yurdu’nda geçti. Sokağımız Devlet Konservatuarının Dikimevi tarafından gelirken sağında kalan sokaktı. Konservatuarın arkası boş bir araziydi ve oraya Site Yurdu yapılıyordu. Sokağın karşı tarafında ana caddeden bizim yurda gelinceye kadar, hepsi de bahçe içinde üçer katlı dört apartman vardı. Hemen hepsi birbirine benzeyen bu apartmanların caddeye bakan balkonları akşam üzerleri hiç boş olmazdı. Yaz akşamları ev sakinleri gölge düşmüş balkonlarında oturur, çaylarını yudumlarken hem caddeden gelip geçenleri izler, hem de serinlemiş olurlardı. Yurda gelip giderken hep bu apartmanların önünden geçer, yurda komşu apartmanla üçüncü apartmanın balkonundaki oldukça güzel iki kızın dikkatini çekmeye çalışırdık.
O yıl bağlama çalmada ustalığımın doruk noktasındaydım. İkinci kattaki yatakhanem Şenay adındaki komşu kızının bahçesine bakıyordu. Akşamüstleri onu bahçede gördüğüm zamanlar hemen bağlamamı alıp serenat’a başlardım. Şenay da benim ona duyduğum ilgiye kayıtsız değildi. Hatta bir gün konservatuarın önünde karşılaştığımız ve ona bir şeyler söylemeye hazırlandığım anda “Seni seviyorum.” dedi, koşarak uzaklaştı. Sanırım Hamamönü’ndeki lisede ikinci sınıfta okuyordu. Bir hafta sonra onu bir pastaneye davet ettim, kabul etti. Pastanede bana gelecekle ilgili sorular sordu, ona gerçeklerden ziyade hayallerimdeki geleceği anlattım. Pastaneden çıkıp Dikimevi parkında el ele yürüdük, salıncakta onu salladım. Ve bizim sokağa girinceye kadar birlikte yürüdük.
Ancak benim gözüm de, gönlüm de üçüncü apartmandaki kızdaydı. O da TRT nin sol arkasındaki, Adının, Hacettepe Lisesi, olduğunu anımsadığım lisede son sınıfı okuyordu. Adını dahi bilmediğim bu zeytin gözlü kızla arkadaşlık etmeyi,  onu sevgili edinmeyi, onun sevgilisi olmayı o kadar çok istiyordum ki.  Birkaç kez yoluna çıktım, konuşmak istedim yüz bulamadım. Gerçi ters bir laf da etmedi ama konuşma isteğime de karşılık vermedi. Evlerinin önünden geçerken, belki balkona çıkar da görebilirim diye gözüm hep balkonlarında asılıp kalıyordu. Görebildiğim zamanlarda ise yürürken elim ayağım birbirine dolaşıyordu.
Bir aksam saat on bir sıralarında Cebeci’deki bilardo oynadığımız kahveden Turanla birlikte yurda dönüyorduk. Adının Bengü olduğunu o akşam öğrenecek olduğum kızın apartmanının önüne geldiğimizde balkonda iki kızın oturduğunu gördük. Birisi benimkiydi. Ötekini hiç görmemiştim. Turan kızlara laf attı. Öteki kız, hiç ummadığımız bir yanıt verdi. Turan şimdi anımsayamadığım bir şeyler daha söyledi. Kızın laf atmaları bizimle konuşmak istediğini belli ediyordu. Ancak gecenin o saatinde, oldukça kısmaya çalıştığımız sesimizi yine de başta anne, babaları olmak üzere birilerinin duymasından endişe duyuyorduk. Buna çare için boş bir kibrit kutusunu bir ipe bağlayıp balkondan aşağı sallandırmalarını istedim. “Siz hazırlayıncaya kadar biz yurda gidip geleceğiz, bizi bekleyin.” Diyerek koşup yurda geldik. Beş dakika içinde ben hem Bengü’ye hem de Tuğranın ağzından öteki kıza, kendimizi tanıtan bilgilerle birlikte onlarla tanışıp, arkadaş olmayı ne çok istediğimizi yazdım. Koşarak tekrar apartmanın önüne geldik. Geldiğimizi görünce ucuna kibrit kutusu bağlı ipi balkondan aşağı sarkıttılar. Ben yazdığım kağıtları kibrit kutusuna koyup kapattım. İpi yukarı çektiler. İçeri girdiler hemen. Birkaç dakika sonra çıkıp bizim de üç, beş dakika beklememizi söyledi Turanın göz koyduğu kız. Sözünü ettiğim süre kadar bekledikten sonra balkondan ipi sarkıttılar. Kutuyu açıp içindeki kağıdı  alarak, tepesinde lamba yanan bir elektrik direğini dibine koştuk. Sabırsızlıkla kağıdı açtım. Kağıtta şunlar yazılıydı.  “Benim adım Semanur, burası dayımın evi. Burada birkaç gün misafirim. Şu an kuzenin yanımda. Onun adı da Bengü. Bizde sizinle tanışmak, arkadaş olmak istiyoruz. Eğer gerçekten buluşmak istiyorsanız sizin belirleyeceğiniz bir yerde buluşabiliriz, Semanur.” Semanur’un imzasının altında iki satır yazı daha vardı. “İsmail ben Bengü. Seni daha önceden tanıyorum. Ben de seninle arkadaş olmayı istiyorum. Bengü.” yazılıydı satırlarda. Bu iki tümce beni havalara zıplatmaya yetti. Kızlara biraz sonra geleceğimizi söyleyip karşı yanıt için yine yurda koştuk.
Yurtta Turan kıza söylemek istediklerini toparlayıp yazmayı bir türlü beceremiyordu. Onun için yine mektubunu ben düşünüp yazdım. Kendi mektubumda onu ilk gördüğüm günden beri nasıl tanışma arzusu duyduğumu, nasıl özlediğimi ve nasıl çok sevdiğimi anlattım. Yazdığım pusulanın altına, o an aklıma gelen bir de dörtlük ekledim. Hala şiir defterimde yazılı dörtlük şuydu:
Yaz geceleri esen / Tatlı bir esintisin. / Yüzümü ne yana dönsem / Karşımda gördüğüm sensin.
 Ve pusulalarımızı katladım, anında kızların balkonunun altındaydım. Pusulayı balkondan sallandırdıkları kibrit kutusuna yerleştirip gönderdim. Bir köşeye çekildik, gelecek yanıtları beklemeye başladık.
Beklememiz çok ta uzun sürmedi belki ama o kadar sabırsızdık ki bize oldukça uzun geldi. Sonunda kızlar balkonda göründüler. Kibrit kutusunu aşağı saldılar. Kutuyu açıp yazılı kağıtları aldım, elektrik direğinin altına seğirttim. İki ayrı kağıt vardı bu sefer.  Turan diye başlayan kağıdı okumadan sahibine verdim. Öteki kağıt İsmail’e, başlığını taşıyordu. Bir solukta okudum. Sonra bir daha, bir daha okudum. Şunları yazmıştı: “Yazdığın şiiri çok beğendim. Eğer bu şiiri benim için şimdi yazdıysan mutlu oldum. Arkadaşın olmayı gerçekten istiyorum. Sevgilerle, Bengü.”  Bu bir iki satırlık yazı beni havalara uçurmaya yetmişti. Pusulaları okur okumaz yine yurda koştuk. Turan yine kağıt kalemi elime tutuşturdu almadım. Duygularının kendisinin yazması gerektiğini söyleyip, “Ben Bengü’ye bir şiir daha yazacağım. Seninle uğraşamam.” Diyerek ona sırt çevirdim. “Sevgili Bengü. Senin için bir şiir daha yazdım. Umarım bunu da beğenirsin. Önceki şiirimi beğenmene çok sevindim. Arkadaş olduğumuzda sana daha güzel şiirler yazacağımı bilmeni istiyorum.” Diyerek şu dörtlüğü yazdım;
“Bu gece çok mutluyum./ Dünyalar benim oldu./ sevdiğimle konuştum./ Kalbim coşkuyla doldu.” Mektupları postalayıp beklemeye başladık. On dakika kadar sonra balkonda göründüler. Sallandırdıkları kutuyu açıp kağıtları çıkardım ve soluğu elektrik direğinin dibinde aldık.
Turanın kızının neler yazdığıyla hiç ilgilenmiyordum artık. Adını bile unutmuştum kızın. Hemen Bengü’nün mektubunu açıp okumaya başladım. “Sevgili İsmail, eğer bu şiirleri önceden yazmamış, ya da bir yerlerden aşırmamışsan sen gerçekten bir şairsin. Bu ikinci şiirine bayıldım. Beni çok mutlu ettin. Yazmaya devam etmelisin bana göre. Madem bu kadar yeteneklisin, ileride inşallah benim için daha güzel şiirler yazarsın. Mektuplaşmaya devam etmek isterdik ama artık yatmamız gerekiyor. İki gün sonra o pastanede buluşmak üzere hoşça kalın. Rüyanda beni görürsün inşallah. Biz yatıyoruz, bay bay.
Gerçekte de gece yarısını çoktan geçmişti. Neredeyse ortalık ağaracaktı. Kızlar artık uyumamız gerek demeseler bizim onlardan ayrılmaya hiç de niyetimiz yoktu. Sabahın olması umurumuzda değildi. İstemesek de yurda dönüp, sevinç içinde biz de mutlu bir şekilde uykumuza çekildik. 
İki gün sonra kararlaştırdığımız pastanenin önünde yarım saat öncesinden turlamaya başladık. Kızlar tam saatinde geldiler. El sıkıştık. Pastane kalabalık değildi. Köşede bir masaya oturup siparişlerimizi verdik. “Nasılsınız, evden çıkmanız umarım zor olmamıştır.” Gibi saçma bir tümceyle söze ilk ben başladım. Yarım saat kadar süren konuşmaların sonunda yakındaki parka yürümeye karar verdik. Yolda Bengü’nün elini tuttum. Hiç tepki göstermedi. El ele parka kadar konuşarak yürüdük. Bir süre parkı dolaştık, bir bankta oturduk. Ailelerimizden konuştuk. Fakülteyi bitirince ‘ne olacağımı’ sordu. Nerede yaşamak istediğimi sordu. Bunlara verdiğim yanıtları hiç anımsayamıyorum şimdi. Bir sonraki buluşma tarih ve yeri kararlaştırdıktan sonra yine el ele parktan ayrıldık. Bizim sokağın başına kadar ellerimiz ayrılmadı. Bu arada Bengü’mün önceden bildiğimi sandığımdan çok daha güzel bir kız olduğunu fark ettim.  Tavırlarıyla da bu algımı doruklara taşıdı.
Her ne olursa olsun onunla arkadaş olmaktan çok büyük haz ve mutluluk duyuyordum. Hele ikinci buluşmamızda, mahcup bir tavırla beni sevdiğini söylemesi ayaklarımı yerden kesmeye yetmişti. Birkaç kez buluşup yine aynı pastaneye ve parka gittik. Liseden sonra Üniversite okumak istediğini, o zamana kadar bekleyip beklemeyeceğimi sordu. İçtenlikle onu sonsuza kadar bekleyeceğimi söyledim. En az üniversiteye başlayıncaya kadar ailesine arkadaşlığımızdan söz edemeyeceğini, öğrenirlerse bu duruma çok sert tepki vereceklerini, görüşmemizin sona ereceğini anlattı. “Bu yüzden bizim sokakta birlikte görünmekten kesinlikle kaçınmamız gerek.” dedi. Bu durumu göz ardı etmeyeceğime söz verdim.
Bir sabah, fakülteye gitmek üzere Cebeci Durağından belediye otobüsüne bindiğimde Bengü’nün de otobüste olduğunu fark ettim. Otobüs oldukça kalabalıktı. Ortalarda bir yerde ayakta duruyordu Bengü. Koridor tıkış, tıkış dolu olduğundan hemen yanına gidemedim. Kurtuluş durağında inenlerin biraz olsun rahatlattığı koridoru itiş, kakış geçip Bengü’ye ulaştım. “Günaydın.” dedim, hiç ses etmediği dönüp gibi yüzüme bile bakmadı. “Ne oldu ki yüzüme bile bakmıyorsun. Kötü bir şey mi oldu? Sabah, sabah neden selamımı bile almadın.” diye üsteledim. Yine beni tanımazlıktan geldi. Kolundan tutup kendime doğru çektim. Sert bir hareketle kolunu elimden kurtardı ve iki adım kadar arkaya yürüyerek benden uzaklaştı. Bu arada Sıhhiye Durağına gelmiştik. Bengü arka kapıdan indi, ben de ardından indim. Okuluna doğru hızla yürümeye başladı. Peşinden yetişip yine kolundan yakalayarak durdurdum onu. “Neden yapıyorsun bunu bana. Ben sana ne yaptım? Şuçumu söyle bileyim. Seni üzecek bir şey yapmayacağımı biliyorsun. Niye konuşmuyorsun benimle?” der demez enseme balyoz gibi inen bir tokatın acısı ile sarsıldım. Geriye döner dönmez aynı şiddette bir tokat da suratımda patladı. Ne olup bittiğini anlayamadan yediğim tekme tokatlarla neye uğradığımı şaşırmıştım. Sıhhiye meydanında, birisi kırklı, diğeri yirmili yaşlarda iki kişinin saldırısına uğramıştım. Onlara karşı pek de bir şey yapamayacağım açıkça ortada olsa da ellerinden kurtulup karşı saldırıya geçtim. Aslında, bu cesareti gösterebilmemin altında, araya giren insanların artık kavgaya izin vermeyecekleri umudu yatıyordu sanırım. Nitekim de öyle oldu.
Daha yaşlı olan saldırgan Bengü’nün yanına gitti, kolundan tutup; “Kim bu çocuk, bana doğruyu söyle, senden ne istiyo?” diye kızı sarstı. O da; “Bilmiyorum kim olduğunu dayı, bir süredir bana askıntı oluyo.” demesiyle ben gerçekten şok yaşadım. Demek Bengü otobüste dayısı olduğu için beni tanımazlıktan gelmişti. Kızdan bu yanıtı alan adam bana bir daha saldırdıysa da biriken kalabalık bana erişmesine fırsat bırakmadı.
Bengü’nün davranışları ve dayısına söyledikleri içimi yediğim dayaktan çok daha fazla acıtmıştı. Ona çok kırılmıştım. Bunu neden yaptığını aklım bir türlü kavrayamıyordu. Otobüste kaş, göz işaretiyle durumu bana anlatabilirdi. Karma karışık duygular içinde yalpalıyordum. İçine düştüğüm şu anki durum yürekler acısıydı. Korkunç derecede aşağılandığımı düşünüyordum. Ben sopa yerken Bengü durup beni izlemişti. Bu olaydan sonra onu aramam, onun yüzüne bakabilmem söz konusu bile olamazdı artık.
Serbest kalınca dönüp koşarak beni döven adamların peşlerinden gittim. O saatlerde Kızılay caddesi çok kalabalık olmuyordu. İlerde yukarı doru yürüyen bu adamları fark ettim. Yanlarında beni görünce hemen gardlarını alıp kavga düzenine geçtiler. Kendilerine, kavga etmek için gelmediğimi, konuşmak istediğimi söyledim. Bu kere anlayış gösterdiler ve birlikte, birkaç metre ilerideki dükkanlarına gittik.
Önce kendimi tanıttım. Adam da Bengü’nün öz dayısı olduğunu, yanındakinin de oğlu olduğunu, Bengü’nün en çok sevdiği, değer verdiği yeğeni olduğunu söyledi. Kızı korumak düşüncesiyle benim onu tanımadığımı, ama beğendiğim için arkadaş olmak istediğimi, daha açıkçası kızın söylediği gibi askıntı olduğumu söyledim. Dediklerime pek inanmadığını söyledi. “Aranızda bir şeyler olmasa bu kadar fütursuz yeğenime yaklaşamazdın. Her neyse.” Dedikten sonra bana kısa bir nutuk çekti. Özet olarak şunu söyledi: “ikiniz de okuyorsunuz. Bütün aile yeğenimin üniversiteyi de bitirmesini umuyor ve istiyoruz. Okullarınızı bitirin mesleğinizi kazanın, işinizin başına geçin, o zaman yanıma gel yeğenimi benden iste. Sana her türlü yardımı yaparım. Ama şimdi bunun hiç mi hiç sırası değil. Bir daha da yeğenimi rahtsız ettiğini duymayım, görmeyim. Duyar, görürsem gene aynı şeyi yaparım bunu da bil. Haydi yolun açık olsun.
Karmakarışık duygularla mağazadan çıktım. Bu ilk gençlik aşkıma ilişkin hayallerim, umutlarım darmadağın olmuştu. Ne bastığın yerin, ne de nereye yürüdüğümün farkındaydım. Kafamın içinde binlerce arı vızıldıyordu. Otobüste nasıl da anlayamamıştım onun konuşacak durumda olmadığını? “Ben ne aptalım Tanrım.” Bu güzel, harika sevdayı nasıl bitirivermiştim? Bir türlü inanamıyordum. Ama, neredeyse başlamadan bitmişti işte.
O akşam, efkar dağıtmak için arkadaşım Hüseyin’le Ulus’ta bir gece kulübüne gittik. Kulüp kapanıncaya kadar içip, arkadaşımın teselli çabalarına karşın uzunca bir süre ağladığımı anımsıyorum. Ne dediğimin, ne yaptığımın farkında olamayacak kadar sarhoş olmuştum.  Pavyondan kovulduktan sonra dönüş yolunda, bir kenarda bulduğum, henüz annesine muhtaç, bir kedi yavrusunu alıp okşayarak yurda getirmişim. Dört arkadaş birlikte kaldığımız yurt odasına kadar Hüseyin bana eşlik etmiş. Beni yatağıma bırakıp gitmiş.
Odaya girdiğimde herkes uyuyormuş. Kedi yavrusuyla konuşmaya başlamışım. Kısa süre sonra odadaki herkes uyanmış. Bütün çabalarına karşın beni susturamamışlar. Kedi yavrusuna içimi dökmeyi susmaksızın sürdürmüşüm. Susmak niyetinde olmadığımı anlayan arkadaşlar arka arkaya odayı terk edip büyük yatakhanedeki buldukları boş yataklara taşınmışlar. Sanırım sabaha karşı uyumuşum.
Öyleye doğru uyandım. Başım ağrıyordu. Koynumda bir kedi yavrusu görünce şaşırdım. Yavrunun oraya nasıl geldiğini hiç hatırlayamadım. Akşam işten dönen macera arkadaşım Turan olan biteni anlattı. Öteki iki arkadaşın gece beni dövmemek için kendilerini zor tuttuklarını söyledi.
Kedi yavrusuyla yurdun mutfağına indim. Onu doyurdum ve yurdun bahçesine bıraktım. Sonra bir banka oturup düşündüm. Dün olanları hatırladım. Bengü macerası kesin olarak bitmişti benim için. Yaşamın dalgalı, fırtınalı okyanusunda yeni sevgiler, aşklar bulabileceğim umuduyla yeniden yelken açmaya söz verdim kendime.                                   

      
                                            


                                                

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder