13 Ağustos 2015 Perşembe

TEZKERE BEKLERKEN


   Tuzla yedek subay okulunda geçen altı aylık dönemin sonunda çektiğim kura sonucu Sivas Er Eğitim Tugayına Astm olarak 5. Grup Komutan Yardımcılığına atandım. O dönem, en çoğu Tuzla Piyade Okulundan olmak üzere değişik Yd.Sb. Okullarından Sivas kurası çekip gelenlerin sayısı yirmi'nin üzerindeydi. İlk gün ordu evinde kaldık. İkinci gün bizden önceki dönemlerde gelmiş olan Yd. Sb. Arkadaşlarımızın yardımıyla Tuzladan birlikte geldiğim iki arkadaşımla bir otelde oda kiraladık. Mart ayı sonları olmasına karşın havalar oldukça soğuktu. Otelimiz Sivas’ın kaloriferli tek oteliydi sanırım. Birliklere ve biz subay, as subaylara kışlık kıyafetler henüz dağıtılmadığından Temel tepe denen eğitim alanında, ilk birkaç gün, bir hayli üşüdüğümü anımsıyorum. 
  İkinci haftanın sonunda Bağlı olduğumuz 58. Tümenin komutanı Tüm General Behçet Özdemir paşa Sivas’a o dönem gelen Yd. Subayların şerefine Ordu Evi’nde bir parti hazırlanması emri vermiş. Cumartesi gecesi yapılacak olan bu partiye bütün as teğmenler mazeretsiz katılacaklar.  Ayrıca özel yeteneği olanlar sahnede kendini tanıtıp marifetlerini paşaya ve davetlilere sunacaklar. Emrin içeriği böyleydi. 
  Cumartesi akşamı, üniversite yıllarında çalmağa başladığım kemanımı da alarak, zaten otelime yakın olan Ordu Evi’ne damladım. Bizim gurubun içinde güzel piyano çalan bir arkadaş daha vardı; Ruben Çikvasvili. Tümen komutanımız kısa bir “Hoş Geldiniz.” Konuşması yaptı. Arkasından Ruben piyanonun başına geçip programına başladı. Çaldığı dans müziği eşliğinde subaylar eşleriyle, bayan arkadaşlarıyla bol, bol dans ettiler. Gecenin ilerleyen saatlerinde ben sahneye çağırıldım. Önce hazırladığım günün gözde şarkılarından birkaç şarkı çalıp okudum. Sonra arkası bir türlü gelmeyen istekler başladı. İki saate yakın sahnede alıkoydular. Ancak sahneden indiğimde eğlence sona erdi. Ordu Evinden ayrılmak üzereyken bir haber geldi. Tümen komutanı beni özel odasında bekliyormuş. Elimde kemanımla koridorları geçip komutanın özel mekânını buldum. Burası bir bar gibi düzenlenmiş, loş ışıkların yarı aydınlığında, bir tarafta yüksek döner sandalyelerin, diğer yanda rahat maroken koltukların bulunduğu bir mekândı. Paşa bu koltuklardan birinde, sivil giysilerle oturuyordu. Diğer koltuklarda birkaç üst rütbeli komutan ve eşleri olduğunu düşündüğüm üç bayan, bir de Ruben vardı. Barda da iki görevli asker paşadan gelecek bir emir için gözlerini dört açmış duruyorlardı.  Bir asker selamı çakıp, “Emrinizdeyim komutanım .” dedim.  “Gece başkaları için bitti ama bizimki yeni başlıyor. Sabaha kadar içip eğleneceğiz. Otur şöyle yanıma. ” dedi. Bar görevlisine, “Asteğmene viski getir.”  Ben içki içemiyordum ama içiyormuş gibi sesimi çıkarmadım.  Sabahın ilk ışıklarına kadar kâh banttan, kâh canlı olarak şarkılar söylendi, dans edilip eğlenildi. Komutanın emriyle eğlence sona erdi.  Dağılmadan önce Paşa Ruben’le bana dönerek “Size haber saldığımda işinizi, gücünüzü bırakıp bana geleceksiniz, anlaşıldı mı çocuklar?” diye tembihte bulundu.
  O günden sonra Ordu Evindeki hafta sonu eğlencelerinin vazgeçilmez solisti olmuştum. Bir ay kadar sonra bir gün Paşamızın beni istediği haberini aldım. Eğitim kıyafetimi değiştirip Ordu Evine yollandım. Komutanın odasına girdiğimde Tugay Komutanı tuğ general ve iki albay vardı komutanın yanında. Beni görünce “Hoş geldin asteğmen. Şimdi beni dinle; Yarın tümene bağlı birlikleri teftişe çıkacağım. Bu teftişte Tokat ve Amasya var. Sende benimle geliyorsun. Kemanını almayı unutma. En az bir hafta oralardayız. Hazırlığını ona göre yap. Öğrendiğime göre otelde kalıyormuşsun. Sabah sekizde bir cip gelip seni alacak. Haydi, git şimdi hazırlan.” Oldukça heyecanlanmıştım. “Emredersini Komutanım.” Bir topuk selamı çakıp çıktım.
  Bana verilen cipte sürücü er ve ben vardım. Çanakkaleli olduğunu öğrendiğim erle sohbet ederek ve Paşanın ardındaki üçüncü araç olarak Tokat’a vardık. Ordu evine indiğimizde komutanı bir gurup üst düzey subay ve eşleri karşıladı. Hoş, beşten sonra komutanım albay rütbeli bir subaya beni tanıtarak; “Asteğmeni rahat ettirin.” dedi. Bir yüzbaşı önüme düşüp beni ordu evinin en güzel manzaralı bir odasına kadar götürdü ve bir isteğim olduğunda gösterdiği zile basmamın yeterli olacağını söyleyip ayrıldı.
  Komutanımız mesai dışında içip eğlenmeyi seven biriydi. Tokat’a perşembe günü varmıştık. Bana bu şehirde istediğim gibi gezip tozabileceğim söylendi. İstersem, şehri gezdirmeğe yanıma bir er de verebileceklerini bildirdi yüzbaşı. Ben istemediğimi söyledim. İki gün boyunca, zaten küçük bir kent olan, Tokat’ın gezip görmediğim yeri kalmadı.
  Cumartesi akşamı Tokat Ordu Evinde Paşanın şerefine balo düzenlenmişti. Ben yine bir saate yakın bir program yaptım. İzleyicilerden aldığım alkışlar ve arkasından gelen ardı arkası kesilmeyen istekler bana inanılmaz bir haz veriyor, sahnede coştukça coşuyordum. Albayı, yarbayı bütün subaylar bana güler yüzle yaklaşıyor, iltifatlar ediyorlardı. Programım sonrası gözüme kestirdiğim güzel bir kızla bol, bol dans ettim.
  Tokattan sonra Salı günü Amasya’ya geçtik. Orada da Çarşamba günü balo verdiler. Paşanın uyarısı ile yine el üstünde tutuldum. Balo akşamı yine yaptığım programın çok beğenildiğini alkışlarla iki kez sahneye yeniden çağırılışımdan ve gelen istek şarkılarından anlamıştım.  Kendimi ünlü bir ses ve saz sanatçısı gibi hissediyordum. Bana göre dünyanın en güzel mesleği bu olmalı. Hem insanları eğlendirip mutlu ediyorsun, hem de çok mutlu oluyorsun. Çok paralı bir meslek olması da cabası.
 Hafta sonu Sivas’a döndük. Pazartesi birliğime gittiğimde mesai başlar başlamaz tabur komutanımızın beni istediğini haber verdiler. Hemen odasına koştum. Yanında bizim 5. gurup komutanı Ergin üst teğmenin de bulunduğu bin başı bana bir hışımla demediğini bırakmadı. Neden haber bile vermeden çekip gitmişim? Kendisi orada korkuluk muymuş? Askerliği oyun mu sanıyor muşum? vb. Dilimin döndüğü kadar olanı biteni anlatsam da sinirleri yatışmadı. Beni “Yıkıl karşımdan. Gözüm görmesin seni.” diyerek kovdu. Daha sonra komutanın yaveri olayı binbaşıya anlatmış sözde.  Beni tekrar çağırıp bir daha böyle bir durum olursa mutlaka önce kendisine durumu bildirerek izin almam gerektiğini, aksi halde başımın belaya gireceğini söyledi.
  O günden sonra benim gece nöbetlerim iki kat arttı. Zahmetli ve sıkıntılı işler hep bana verilmeğe başladı. Önemli biri olduğumu, askerliğimin son derece eğlenceli ve zevkli geçeceğini hayal ederken bu sıkıntılı durumlar moralimi hayli bozdu. Önümdeki hafta sonlarının hayali ve keyfi ile sırtıma dağları yükleseler altından kalkarım gibi geliyordu bana. Bu yüzden fazla gece nöbetlerinden, her zaman şehirden den en az 5 derece daha soğuk olan Temel Tepedeki acemi eğitiminin bütün gün üstüme yıkılmasından, atış eğitimlerinin tek sorumlusu olmaktan uzun süre yakınmadım. En geç iki ayda bir Paşa haber salıyor, denetim amaçlı gezilerinde yanında olmamı istiyordu. Böyle gezilerin sonunda bana yapılan haksızlıkların dozu daha da artıyordu. Zaman, zaman olmadık yerde ve zamanda aşağılandığımı hissediyordum. Bu haksızlıklardan, hukuksuzluklardan generale söz etmeyi askerliğe de, erkekliğe de sığdıramıyordum.
  Bir Salı günü alay komutanımızın beni istediği haberi verildi. Kurmay albay olan bu komutan Generalle birlikte bütün denetleme gezilerine katılıyordu. Bu nedenle beni iyi tanıyordu. Makamına çıktığımda, iki gün sonra ordu evinde yapılacak kızının nişan töreninde çalıp, söylememi istiyordu. “Bundan, büyük mutluluk ve onur duyarım komutanım.” dedim.  Sonraki konuşmalarımızda kışlada hayatımın nasıl geçtiğini, bir sıkıntımın olup olmadığını sordu. Ben de olup bitenlerden bir kısmını anlattım kendisine.
 On gün kadar sonra Tabur komutanı da, gurup komutanı da değişti. Yeni atanan binbaşı ve üsteğmenin beni ezmek gibi bir düşünce ve niyetlerinin olmadığı birkaç gün içinde belli oldu. Tam tamına 8 ay daha krallar gibi sürdü askerlik yaşamım. Bu arada Gazi eğitimin beden eğitimi bölümünde okuyan Sivas’ın yerlisi bir kız arkadaşım da oldu. Sivas’ta olduğu zamanlar hafta sonları onu ordu evine çağırıyordum. Ruben’in de içinde yer aldığı ordu evi orkestrasının çaldığı müziğin eşliğinde bol, bol dans ediyorduk. Askerliğimin böyle olağanüstü güzel geçebileceğini hiç düşünmemiştim. Burada her şeye sahiptim. Tezkere bırakarak orduda kalmayı bile sıkça aklımdan geçirir olmuştum.
Yaz ortalarıydı sanırım. Bir sabah servis otobüsünde Tümen Komutanımızın çok yakında Sivas’tan gideceği haberi duyuruldu. Söylendiğine göre Komutan korgeneralliğe yükseltilerek, Adana’da yeni kurulan bir kolordunun komutanlığına atanmıştı. Bu haberi veren İkinci Grup Komutanı Reşat Üsteğmendi. Babası, Genel Kurmay Başkanlığında görevli, bir generaldi. Bu yüzden haberin bir balon olma olasılığı sıfırdı. Sivas’a gelişimizin altıncı ayında Teğmenliğe yükselmiştik. Bir yıl sürecek olan teğmenliğimizin sonunda iki yıllık zorunlu askerlik hizmeti sona erecekti. Bu arada on gün kadar önce, Reşat üsteğmenin Tugay içinde bir başka göreve atanması sonucu, 2. Grup Komutan vekilliğine atanmıştım. Tümen Komutanımızın ayrılmasına çok üzülsem de görevimi eksiksiz yapma kararlılığı ile fazla bir endişe duymayacaktım.  Toru topu dört ayım kalmıştı terhise.
Reşat üsteğmenden Grubu devralırken, bir devir teslimde olması gereken resmi tutanakların hiç birini yapmadık. Onun boşalttığı Grup Komutanlığı odasına geçip oturdum. Zaten istesem de bir resmi devir teslim olanaksızdı. Çünkü Üsteğmeni bir daha terhisime kadar göremedim. Grubun Kayılarında yüzlerce kalem mal görünüyordu. Tabanca, tüfek, mermi, roketatar, çeşitli askeri araçlar, yatakhane, yemekhane malzemesi vb. şey vardı. Bunların bir tekini bile görüp teslim almamıştım. Bu arada başka görevlere atanmış olan eski tabur komutanı ve 4. Grup komutanı yeniden eski görevlerine döndüler.
Benim için, öncekinden daha beter, katlanılması çok zor bir yaşam yeniden başladı. Artık Ordu Evindeki cumartesi eğlenceleri ben olmadan yaşanıyordu. Çünkü her cumartesi akşam altıdan sabah altıya kışlada nöbetçiydim. Arkadaşlara haftada bir gelen nöbet sırası benim için haftada dört gün olmuştu. Taburdaki ‘Grup’lar -Bölük- karşıtıydı. Acemi erlerin dört aylık temel eğitimini yaptırıyorduk. Tabur komutanı her sabah arazide Grupların eğitimini denetliyordu. Diğer Grup Komutanları çoğu kez eğitimi As Subaylara bırakıyor, kendileri Grubun yanına bile uğramıyorlardı. Başka bir işim nedeniyle iki kez araziye çıkamadım oldu. Karşılığında o haftaki nöbetlerim yedi güne çıkarıldı. Eğitimden dönünce yorgun argın, er öğretmen sınıflarından bir sınıfın dört saatlik dersi bana yüklendi. Hâlbuki derse giren subayların tek görevi bu dört saatlik dersten ibaretti. Bir sorun çıkmaması için var gücümle bana verilen her görevi en iyi şekilde yapmağa çalışıyordum. Ne yaparlarsa yapsınlar, terhisime kadar dayanmağa karar verdim.
Askerliğimin bitmesine üç hafta kala komutanı olduğum 2. Gruba 5. Grubun komutanı, benim de eski komutanım olan üsteğmen atandı. Bir hafta içinde Grubun Devir-Teslimini halledip, kullanmadığım 15 günlük son iznimi alarak askerliğe veda edeceğim. İyi, kötü, acı ve tatlı anılarla dolu 24 aylık serüven bir hafta sonra sona erecek.
Pazartesi sabahı 2. Grubun deposunu açtırıp sayım ve devir için üsteğmeni beklemeğe başladım. İki saat kadar sonra gelip, deponun ortasına koydurttuğum masanın yanında ki sandalyeye kuruldu. Depo çavuşu ve iki erin yardımıyla sayıma başladık. Çavuş ve erlerin ellerindeki listeden bakıp getirdiği her malzemeyi evire çevire inceliyordu üsteğmen. Beğenmediği malzemeyi ayırıyor, “Bunu teslim almıyorum, yenisi gelecek.”  Deyip ayırıyordu. Örneğin b,r mataranın ağzının yamulmuş olması, bir sırt çantasının bir yanının sökük olması, bir kürek ya da kazmanın sapının kırık olması, bir tüfeğin kabzasının çatlamış olması, onları teslim almaması için yeterli bir neden di. O günkü sayım ve teslim sonucu en az elli kalem malzeme üzerimde kaldı. Ona göre bunları tugay komutanlığına, her birisi için ayrı tutanak tutarak, götürmem ve ana depo komutanlığına yine bir protokol ile teslim etmem gerekiyordu. Onlar gerekli incelemeleri yaptıktan sonra varsa yenilerini verecekler, kullanılamaz olanları kayıtlardan düşecekler, ana depoda bulunmayanlar için de Genel Kurmaya yazı yazacaklar. Ancak bu eksikler tamamlandıktan sonra bu malzeme zimmetimden silinecek. Yani bir bakıma ölme eşeğim ölme…
Sonraki günlerdeki sayımlarda daha ilginç ve beni çok bunaltan, endişelendiren durumlarla karşılaştım. Üsteğmen beni bir sabır sınavına çekiyordu sanki. Zaman, zaman isyan etmenin eşiğine geldim. Askerlik gereği bir üst rütbeye göstermem gereken saygımı yitirmemeğe çok çabaladım.  Ben Grubu devralırken hiçbir şeyi saymamış, depoda var mı, yok mu bakmamıştım. Listede Bir adet Askeri Kamyon (Reo), bir adet Ambulans, iki adet Cip yazılıydı. Orada bulunduğum süre içinde bunların hiç birisini görmemiştim. Üsteğmen benden bunları da istiyordu. İki sandık talim mermisi, kırığı, bozuğu da ortalarda olmayan on adet kadar tüfek, roket atar gibi hiç bulunamayan malzemeleri saymıyorum.  On beş günlük son iznimi kullanma fırsatımın kalmadığını düşünüyordum. Üsteğmenin ifadesine göre; ordu malını çalmaktan aylarca, yıllarca hapse konulmak ta vardı işin sonunda. “Bu olabilir mi? Böyle bir şey olursa ben ne ederim?” Birkaç gece gözüme uyku girmedi. Sonunda aklıma Grubu devraldığım Reşat üsteğmene başvurmak geldi.
Üsteğmen, Sivas’ın Kabak Yazı denilen mevkiindeki bir başka taburda görev yapıyordu. Asker selamı verip hazırol’da kaldım. O bildik kalender, kendine güvenen tavrıyla, gülümseyerek karşıladı beni. “Askerliği bitirdin demek. Gidiyorsun artık, ne mutlu sana. Vedalaşmadan gitmemiş olman beni mutlu etti.” Diyerek elimi sıkıp yer gösterdi, emir erine seslenip iki çay söyledi. Vakit kaybetmeden konuya girdim. “Biliyorsunuz komutanım, Grubu sizden devir alırken listelere bile bakmadım.” Diye başlayıp olan biten her şeyi bir, bir anlattım ve yardımını istedim. Oldukça inandırıcı, ciddi bir tavırla: “Başına gelenlerden haberim var. Benim sana bir yardımım dokunacağını sanmıyorum. Bu durumda askerliğin bile yanar. Ama bu olaydan esaslı bir ders almış olacaksın. Bu da az şey değil. Babanın oğlu da olsa güven üzerine iş kurma. İşini sağlam yap. Ben senin neyin oluyorum da hiç bir şeyi saymadan kos koca birliğin her şeyini teslim alıyorsun a avanak teğmen, söyler misin?”
Duyduklarım karşısında mosmor olduğumu hissettim. Kanım damarlarımda dondu adeta. Başım döndü, gözlerim karardı. Ne söyleyeceğimi bilemedim. Üsteğmen durumumu fark etmiş olmalı ki bir kahkaha patlattı. “İlahi teğmen, seni bu kadar korkutacağımı hiç düşünmemiştim. Bayağı ödlekmişsin be oğlum. Korkma, şaka’ydı söylediklerim.”
 Bu açıklamaya rağmen bir süre kendime gelemedim. Kalbim sağlam olmasa kesin bir kriz geçirir, belki de bu dünyadan göçerdim. “Böyle şaka olmaz olsun.” diye geçirdim içimden.
“Bak şimdi: git bana bir şişe viski getir, gerisine karışma. O üsteğmen ne istiyorsa, nasıl istiyorsa öyle yapsın. Ben hepsini hallederim. Sen korkma, işine bak.” dedi. Ben bir kere daha şaşkındım. Bu sorun gerçekten bu kadar kolay çözülebilecek miydi? Teşekkür ettim, selam verip ayrıldım.
Devir teslim işi Perşembe akşamı bitti. Tutanaklar itirazsız imzalandı. Reşat Üsteğmenin sözüne güvenilir biri olduğunu az çok biliyordum ama bu kadar etkili olacağını düşünmemiştim. Viski borcumu ödesem de minnet borcumu hiçbir şekilde ödeyemezdim. Yarın, Pazartesinden başlamak üzere 15 günlük iznimi alarak askerliğe veda edecektim. O an yer yüzünde benden mutlu kimse yoktu her halde.
Cuma günü sabah arkadaşlar görevleri başına gitmeden yerlerinde ziyaret ederek birer, birer  vedalaştım. Grup komutanlığı odasına gelip kişisel eşyalarımı topladım. Çay söyledim kendime, bir de sigara yakarak son defa kurulduğum koltukta değişik hayallere dalıp gitmişim.  
Kapının bilmem kaçıncı tıklanması ile hayal dünyamdan sıyrıldım. İçeri giren Grubun posta onbaşısıydı. Selam çaktıktan sonra elindeki sarı zarfı bana uzatarak; “ Bu yazı size gönderilmiş komutanım.” dedi. Zarfı sevinçle aldım. “Peki, teşekkür ederim. Çıkabilirsin.” Deyip zarfı heyecanla açmağa davrandım. Nihayet izin belgem ve tezkere yazım gelmişti. Önce Yozgat'a babamlara uğrayacak, birkaç gün kaldıktan sonra Ankara’ya geçecektim. Ankara otobüslerinde yer bulmak sorun olmuyordu nasılsa. Zarfın içinden çıkardığım dörde katlanmış kâğıdı açtım. Kâğıtta aynen şöyle deniliyordu:
 Sayın pyd. Teğmen İsmail İlhan, 2. Grup Komutan V.  Temel tepe , Sivas                                    
Disiplinsiz davranışlarınız ve üstlerinize karşı göstermiş olduğunuz itaatsizlikler nedeniyle     Askeri Disiplin yönetmeliğinin …  maddesi uyarınca 15 (on beş) gün kışlanızda hücre hapsiyle cezalandırılmış bulunuyorsunuz. Kararın titizlikle yerine getirilmesi gereği ilgili mercilere iletilmiştir. Bilgileri. –
Tugay Komutanı Tuğ General  E.K.
İmza                                                                  

2 yorum:

  1. buyuk bir keyifle okudum, kaleminize saglik! ama olacak is degil hakikaten :)

    YanıtlaSil
  2. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil