7 Ağustos 2015 Cuma

ANALİZ 2

27 Mayıs 1960 ihtilalinde Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Matematik bölümü 1. Sınıf öğrencisiydim. İhtilalin coşkusuyla sınavlarımız hayli kolay ve sınav görevlilerinin belli ölçüde toleransı ile oldukça kolay geçti. İkinci dönem, o günün hükumetine karşı üniversite gençliğinin mücadelesi içinde olduğumdan pek çok öğrenci gibi sınavlara pek de hazırlıklı girmemiştim. Birinci sınıfın en önemli dersi olan Genel Matematik dersinin sınavını Kimya bölümündeki arkadaşlarımın yardımları ile geçtim. Böylece o hengâmede alttan takıntı bırakmadan ikinci sınıf öğrencisi olmuştum. En büyük sorunum babamın bana gönderebildiği parayla üniversite eğitimimi nasıl sürdürebileceğimdi. En ucuz bir yurtta kalıyor, öyleleri yemeğimi, ihtiyaçlı öğrencilere, az da olsa, sağlanan yardımla fakültede yiyor, akşamları ise ya kendim bir şeyler hazırlıyor, ya da yurdun yakınındaki ucuz bir lokantada bir tabak kuru, ıspanak veya bir kâse çorba ile geçiştiriyordum. Yol ve kitap, defter parsını da çıkınca bana ayda bir de olsa sinemaya gidecek para kalmıyordu. Kesinlikle ya bir burs, ya da part time bir iş bulmam kaçınılmazdı.
İkinci senenin başında bir sınavın sonucu olarak, parası oldukça iyi bir işe girmeyi başardım. Dikimevinde yeni yapılan Site Talebe Yurdu’ na taşındım. Önceki kaldığım yurda göre burası çok güzel ve konforluydu. İş yerimde kısa sürede müdürümün gözüne girerek okulda haftada iki gün, ikişer saat yapılan uygulama dersine gidebilme iznini elde ettim. Diğer derslerdeki yoklama sorununu arkadaşlar bir şekilde çözümlüyorlardı. Benim sınıfımdan, aynı yurtta, aynı koridorda kalan can bir arkadaşım vardı; Kemal. Okulda o gün önemli bir konu işlenmişse bana haber verirdi. Yemekten sonra notlarımızla birlikte çalışma salonuna geçerdik; Bol bol çay ve sigara eşliğinde o günkü konuyu bana öğretmeğe çalışırdı. Ben de onu bazı akşamları sinemaya ya da yemeğe götürerek altta kalmamağa çalışıyordum.
İkinci senenin de sonu gelmiş, final sınavları başlamıştı. Girdiğim iki sınavım iyi gitti. Moralim oldukça yükselmiş, çalışarak babama, eve asla yük olmadan okulu bitirebileceğim kanısı iyice güçlenmişti. Üçüncü sınavımız ‘Analiz 2’ isimli, oldukça zor bir dersin sınavıydı. Bu sınava hazırlanamamıştım ama, geçemesem de boş kâğıt vermeyecek kadar bir şeyler yazabileceğimi düşünüyordum. Sabah okula vardığımda sınavın sözlü olduğunu öğrendim. Genelde sözlü sınavlarda daha az başarılı olan biri olarak girmemeğe karar verdim. Bunu orada ki arkadaşlara da söyledim. Onlar bu kararıma şiddetle karşı çıktılar. Ne olursa olsun girmem gerektiğini, şansım yaver gidip bildiğim sorular çıkarsa sınavı geçebileceğimi söyleyerek kararımdan caydırdılar. Sıram geldiğinde moral bulmuş olarak içeri girdim. İçerde, dersin hocası Prof. Dr. Berki Yurtsever,  bölümde doçent olan bir hoca ve bir Dr. Asistandan oluşmuş üç kişilik jüri ile sınavı devam eden bir arkadaş vardı. Hocaları selamlayıp arkaya geçip oturdum, sıramı beklemeye başladım. Arkadaşın yanıtlamağa çalıştığı, tahtaya yazılı soru bana Fransız geldi. Öncesini bilemem ama arkadaşımın tahtadaki soruyu yapamadığı açıktı. Berki, güz dönemi sınavına daha iyi hazırlanıp gelmesini söyleyerek arkadaşa çıkmasını işaret etti. Jürinin tavrından olumsuz etkilenmiştim. O ana kadar var olan az buçuk kendime güvenim de sıfırlanmıştı adeta. Bölümde dilden dile dolaşan bir söylemden zaten olumsuz etkilenmemek olanaksızdı: “Berki’den geçen diplomayı elinde bilsin.”  
Berki önündeki listeden adımı okuyup tahtaya geçmemi buyurdu. Ses tonu hiç te dostça gelmedi bana. Önündeki kitabın sayfalarını bir süre karıştırdıktan sonra bir sayfada durdu, sayfa arasına cetvelini yerleştirdi, sorusunu sordu. Yanıtlayabileceğim bir soru değildi. Bir süre beklemedikten sonra ikinci soruyu sordu, yanıtım yine soruya boş gözlerle bakmaktan öte geçmedi. Düştüğüm durumun vahametinden nutkum iyice durdu, hiç bir şey düşünemez oldum. Üçüncü, dördüncü sorularda da durum pek farklı gelişmedi. Berki her zaman olduğundan daha da kızıl bir suratla bana döndü: “ Sen bu okula neden geldin? Ve hangi yüzle karşıma çıkıyorsun, söyler misin bana? Sen asla seçmemen gereken bir okulu ve o okulun bir bölümünü seçmişsin delikanlı. Beni dinle, buradan çıkar çıkmaz doğru öğrenci işlerine git kaydını al ve okuyabileceğin bir okula yaptır kaydını. Ben burada oldukça sen bu fakülteyi bitiremezsin. Beni iyi anladın mı? Haydi defol şimdi.”
Büyük bir bozguna uğramış ve mosmor olmuş vaziyette dışarı çıktım. Kapı önünde bekleşen arkadaşların, suratımı görünce, yüzlerindeki gülümsemeleri yok oluvermişti. Girmem için adeta beni içeriye itekleyen yurt arkadaşım Sami Taşkın’a ve askeri öğrenci olan Kadir Karacan’a içten saygılarımı sunarak hemen oradan ayrıldım. Moral bozukluğu ile rahatlıkla geçebileceğin, daha sonraki iki sınava girmedim.
Başıma gelenleri öğrenen arkadaşlar her fırsatta beni teselli etmeye çalışıyorlardı. Daha çok ta Berkin’in sözlü sınavı çok seyrek yaptığını, yazılı sınavlarda da beni tanımayacağını, çalışıp rahatlıkla başaracağımı söylüyorlardı. Benim de tek umudum buydu zaten. Bu kadar öğrencinin içinde beni mimleyeceğini düşünmek istemiyordum. Bir sonraki sınava hazırlanarak girersem şansım olabilirdi. “Koskoca bir Prof. Un sıradan bir öğrenci parçasına deve kini güdecek hali yoktu ya! Hoca dediğin öğrencisini kazanmağa çabalar, kaybetmeğe değil. Hak eden öğrencinin hakkını gasp etmez, korur. Öğrencisinin hak, hukuk, adalet algılarını paspas yapıp ayaklar altına almaz.” Kafamda dolaşan düşünceler bunlar ve benzerleriydi. Bu konu açıldığında arkadaşlarımın da benim duygu ve düşüncelerimi paylaştıklarını görüyor, umutlanıyordum.
Zaman su gibi aktı, güz sınavları başladı. Önümde beş dersin sınavı vardı. Analiz 2 dördüncü sınavdı ve yazılı olacaktı. Geçme kararlılığı ile Analiz 2 ile birlikte üç sınava kilitlenmiştim. Diğer ikisi seneye kalabilirdi. Berki’nin dersinden önce girdiğim üç sınavın ikisi iyi geçti. Analiz 2 sınavında da soruları, bana göre, geçebileceğim düzeyde yanıtladım. Arkadaşlarım her fırsatta “Bak göreceksin, Berki olayı çoktan unutmuştur. Korkuların boşuna.” Diyerek yüreğime su serpmekten geri durmuyorlardı. Büyük bir merak, heyecan ve korku ile sonuçları beklemeğe başladım. 
Listelerin asıldığı haberi üzerine müdürümden izin alıp fakültenin yolunu tuttum. 
Berki sınav sonuçlarını odasının da bulunduğu birinci katın panosuna astırırdı. Merdivenleri bir solukta çıktım. Hem oldukça yüksek olan birinci kat merdivenlerini koşarak çıkmamdan, hem de heyecanımdan nefesim daralmıştı. O dönemlerde sınav sonuçları rakam olarak değil, GEÇMEZ, ORTA, İYİ ve PEKİYİ diye listeleniyordu.  Diğer bazı derslerin sınav sonuçlarının da aralarında olduğu listelerin içinden -Analiz 2- listesini buldum. İsmimin karşısında –GEÇMEZ- yazıyordu. Sınavda bütün soruların doğru çözümlerini yazamadığım için geçememiş olman bana çok koymadı sanırım. Yani geçemediğime çok üzülmedim, endişem ve korkum hocanın beni hatırlayıp bana söylediklerinin gereğini yapmış olmasıydı. Eğer öyleyse !….
İki dersten takıntılı olarak üçüncü sınıfa geçtim. Senenin sonunda dördü üçüncü sınıfın olmak üzere önümde altı sınavım vardı. -Analiz 2- başta olmak üzere dört dersin sınavına hazırlandım. Berki’nin sınavı yine dördüncü sıradaydı. Girdiğim üç sınavımda iyi geçmişti bana göre. Analiz 2 sınavına moralim yüksek olarak girdim. Yazdığım sınav kâğıdına ve hesaplamalarıma göre en az on üzerinden sekiz almalıydım. Sonuçlar birer, ikişer gün ara ile panoya asılıyordu. Önce girdiğim üç dersin, biri alttan olan, ikisini geçtim. Büyük bir korku ve heyecanla Berki’nin listesini bekliyordum. Sonunda o da asıldı. Adımın karşısında yine -GEÇMEZ- yazılıydı. Dizlerimin bağı boşandı sanki. Berki’nin beni unutmadığından neredeyse emindim artık.
Üçüncü senenin güz dönemi sınavlarında iki dersten daha geçtim. Soruların tümünü çözmüş olmama karşın asılan listede yine adımın karşısındaki -GEÇMEZ- kelimesi sabitlenmişti sanki. Böylece Analiz 2 sınavına dördüncü girişim de hüsranla bitti. Bir dersten sekiz sınav hakkımız vardı. Bu kadar hakta başaramazsan fakülteden kaydın siliniyordu. Hocanın bana takmış olduğu konusunda kuşkum kalmamıştı artık. Bütün sorulara eksiksiz yanıtlar verecek tarzda hazırlanma kararlılığıyla bir sonraki sınavı beklemekten başka çarem yoktu.
O zamanlar, sınavda aldığınız nota itiraz etmek diye bir hak, bir kavram yoktu. Hocaların kararı mutlaktı. Eğer bir konudan sana takmışsa ağzınla kuş tutsan nafileydi. Odasına gidip hak aramak daha da olumsuz tepkiler doğurabilirdi. Belki bütün hocalar böyle değildi, bilmiyorum. Ama Berki Yurtseverin böyle olduğunu herkes biliyordu. Özellikle Prof.lerin odalarına girilemezdi. Onlar fildişi kulelerde ki krallar gibi algılanırdı. Şimdi olduğu gibi idare mahkemeleri filan da yoktu itirazı değerlendirecek. Hocanın kararı yasa sayılıyordu.
Yılda iki kez girdiğim ve pekiyi’lik kâğıtlar vermeme karşın geçmez notu aldığım -Analiz 2- sınavlarının sekizincisi yani sonuncusu ile karşı karşıyaydım. Çok iyi sınav kâğıtları vererek dersi geçemeyeceğimi kesin olarak biliyordum artık. Üniversite hayallerimin sonuna gelmiştim. Korkunç rüyalardan sıçrayarak uyanıyor, bu duruma düşürenlere lanetler yağdırıyordum.  Çaresizlik içinde bıçak darbesini yemiş kurbanlık bir hayvan gibi kıvranıyordum.  Yedinci sınav sonuçlarını öğrendikten sonra, daha önce de aklımdan birkaç kez gelip geçmiş olan bir düşünce kafamın içinde çöreklenmeye başladı: Matematik bölümü öğrencilerini, fakülteyi hatta insanlığı Berki denen bu beladan ebediyen kurtarmak. Bunun için gerekli parayı bulabileceğimi düşünüyordum. Sekizinci -Analiz 2- sınavıma dört ay kadar zaman vardı. Bu süre içinde işi bitirmeliydim. Berki’yi yok etme işini kendim yapmam olanaksızdı. Böyle bir şey aklımdan bile geçirmiyordum. Kiralık katil bulmaktı aklımdan geçen. Kimselere duyurmadan bunu nasıl başarabileceğimi günlerce, haftalarca düşündüm. Sonunda, efkâr dağıtmak için gittiğim bir gece mekânında tesadüfen tanışıp ahbaplık kurduğum ve içkinin etkisiyle bütün duygu ve düşüncelerimi kendisine anlattığım, derdime yürekten üzülüp bana acıyan birisi beni ümitlendirdi: Kulağıma bir isim ve adres fısıldadı.
Adres, kiralayacağım şahsın Ankara’nın ücra bir semtinde oturduğunu gösteriyordu. O semte nereden ve nasıl gidildiğini öğrenip hafta sonu belediye otobüsü ile yola düştüm. Adresteki evi elimle koymuş gibi buldum. Kapıyı çaldım. Kapıyı açan atmışlı yaşlarda görünen bir teyzeydi. Adamın ismini, sonuna bey ekleyerek söyleyip görüşmek istediğimi nazikçe ifade ettim. Teyze; “Sen benim damadımı soruyon yavrım. O Ankara dışında bi yerde. Ne zaman geleceğeni Allahtan başka kimseler bilemez. Sen efendi bi çocuğa benziyon, damadımla nasıl bi işin olabilir ki? İlle de gorüşmek isdiyosan arada bi gelip yoklayacağan.” diyerek, kapıyı arkadan kapatıp yok oldu. İçimde, adamı bulamamış olmaktan mutlu olmuşum gibi bir his vardı sanki. Duruma üzülmediğim gibi rahatlamıştım adeta. Yarım saat kadar sonra gelen bir başka otobüsle yurda döndüm. Yolda boyunca bu çözümün bir çıkar yol olup olmadığını kendimle tartıştım. Sonuçta, başka bir çözüm olmadığına inanarak, adamın Ankara’ya dönüşünü beklemeye karar verdim.
Fakültede beşinci yılımı da doldurmuştum. Analiz 2 ile beraber istediğim an sınavını verebileceğim önemsiz bir dersim kalmıştı. Okuldan atılırsam Genel Matematik Sertifikası alma hakkım olduğunu, bu sertifika ile ilkokul öğretmeni olabileceğimi söylüyorlardı. Hiç yoktan iyi bir kazanım. Berki’den ebediyen kurtulma planımdan kimseye söz etmiyordum. Eğer başarırsam ölünceye kadar bu sırla yaşamak zorunda kalacaktım. Sonuç farklı olup planım ortaya çıkarsa ya da kiralık katil yakalanır da öterse her şey bitecekti benim için. Geceler boyu uyuyamıyordum. Uyuyabildiğim anlarda rüyadan çok kâbuslar görüyordum. İş yerinde müdürüm halimi, hiç beğenmediğini söylüyor yardımcı olmak istiyordu. İçimden hocayla konuşmasının bir yararı olup olmayacağı düşüncesi geçmiyor değildi aslında, ama bunun da ters tepeceğine inancım kesindi. Biliyor musunuz, çaresizlik insanlara her şeyi yaptırabilir. Ben tam da bu noktadaydım.
Bir perşembe akşamı, yurdun hoparlöründen, askeri öğrenci olan arkadaşım Kadir’in geldiği, beni şu an kantinde beklediği anons edildi. İsteksizce kalkıp gittim. Beni görür görmez ayağa kalkıp, gülerek “ müjdemi isterim. Öyle eften, püften de istemem. Esaslı bir müjde isterim.” Diyerek boynuma sarıldı.
-Ne müjdesi, neymiş hele vereceğin müjde önce onu söyle. Gerçekten müjdeyi hak eden bir haberse üstüme düşeni yaparım, bilirsin.
-Sana öyle bir haber vereceğem ki sevincinden Ankara’ya bile sığmıyacağan. Sıkı dur şimdi. Bomba haberim geliyor. Berki Almanya’ya gidiyo.
-Ne var bunda müjde olacak, herkes bi yerlere gider, gelir. Berki bundan böyle Almanya’ya yerleşecekmiş demeyeceksin her halde. 
-Hayır, öyle değil; elbette Almanya’ya yerleşecek demiyom. Tam tamına altı ay gidiyomuş. Bilmem ne üniversitesinde araşdırma yapacağımış. Yani senin sınavında burda olamıyacak. Anladın mı şimdi haberimin değerini?
Kalp atışlarımın iki katına fırladığını duyumsadım. Bu gerçek olabilir miydi? Ama Kadir bana böyle bir eşek şakası bu güne kadar yapmamıştı. Eğer bu bir şakaysa çok zalimceydi. Böyle ise onu asla bağışlamayacağımı Kadirin de çok iyi bilmesi gerekirdi. Bir an ne diyeceğimi, ne düşüneceğimi, nasıl davranacağımı kestiremedim. Kendimi bir boşlukta gibi hissettim. Kadirin, “Ağlama, biliyom sevinçden ağlıyon amma gene de burada ayıp oluyo. Hadi isdersen senin odaya geçelim. Ağlarsan da orda ağla.” Demesiyle ağlamakta olduğumun farkına vardım.
Kadirin haberi gerçekti. Berki altı aylığına Almanya’ya gidiyordu. Bürosunun bulunduğu kattaki panoya, bölümdeki tüm çalışanlara hitaben kısa bir  -Allaha ısmarladık- mesajı yazarak imzalayıp asmıştı. Bu mesajı da gördükten sonra kuşkum kalmadı. Demek sahiden –Kul sıkışmayınca Hızır yetişmez- atasözü gerçekmiş. Bu, Tanrının bir mucizesi idi kanımca. Elimi kana bulamama ramak kalmıştı. Bir başka deyişle; gözümün önünde avuçlarımdan kayıp giden umutlarımın, yolundan çıkıp uçuruma doğru hızla sürüklenen bütün bir geleceğimin ani bir frenle durdurulmasıydı. Her şey gözlerimde yeniden başka bir anlama bürünmeğe başladı. Fakültenin gerçekten bir yeryüzü cenneti kadar güzel olan bahçesine çıkınca: “Herkesi, her şeyi, Berki’yi bile seviyorum.” Diye bağırmamak için kendimi zor tutuyordum.
Bir tek korkum vardı: Ya Berki sınav kâğıtlarını kendisi okumak için Almanya’ya isterse! Başkalarını bilemem ama benim aklımdan bu lanet olasılık arada bir geçiyor, sevincimi, umutlarımı gölgeliyordu.
Sınavlara bir ay kadar vardı ki Berkinin Almanya’ya uğurlandığını büyük bir sevinçle öğrendim. Analiz 2 dersini, onun yerine, ODTÜ den bir doçentin verdiği bilgisi geldi bana. Yeni hocamızın, bir ay gibi kısa bir süre için, dersin kitabını değiştirmediğini de öğrendim. Berkinin kitabından devam ediyormuş. Kitaptaki bütün problemleri çözdüğüm için sınava hazırlanma gereği bile duymadım.
Sınav sonuçlarını öğrenmek için fakülteye gittiğimde yine son derece heyecanlıydım. Merdivenleri çıkıp listenin asılı olduğu panonun önüne geldiğimde dizlerim titriyor, başım dönüyor ve gözlerim kararıyordu. Yine bir terslik olabileceği korkusu beynimin ücra köşelerinde varlığını sürdürüyordu. Gözlerimin önü aydınlanınca listeye baktım, adımın karşısındaki PEKİYİ notu gözlerime ve beni, içinde debelendiğim azgın sulardan kurtulmak için tutunduğum halatın ucunu mutlu geleceğe perçinleyen bir çivi olarak çakıldı.   

    

     

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder