27
Mayıs 1960 ihtilalinde Ankara Üniversitesi
Fen Fakültesi Matematik bölümü 1. Sınıf öğrencisiydim. İhtilalin coşkusuyla
sınavlarımız hayli kolay ve sınav görevlilerinin belli ölçüde toleransı ile
oldukça kolay geçti. İkinci dönem, o günün hükumetine karşı üniversite
gençliğinin mücadelesi içinde olduğumdan pek çok öğrenci gibi sınavlara pek de
hazırlıklı girmemiştim. Birinci sınıfın en önemli dersi olan Genel Matematik
dersinin sınavını Kimya bölümündeki arkadaşlarımın yardımları ile geçtim.
Böylece o hengâmede alttan takıntı bırakmadan ikinci sınıf öğrencisi olmuştum.
En büyük sorunum babamın bana gönderebildiği parayla üniversite eğitimimi nasıl
sürdürebileceğimdi. En ucuz bir yurtta kalıyor, öyleleri yemeğimi, ihtiyaçlı
öğrencilere, az da olsa, sağlanan yardımla fakültede yiyor, akşamları ise ya
kendim bir şeyler hazırlıyor, ya da yurdun yakınındaki ucuz bir lokantada bir
tabak kuru, ıspanak veya bir kâse çorba ile geçiştiriyordum. Yol ve kitap,
defter parsını da çıkınca bana ayda bir de olsa sinemaya gidecek para
kalmıyordu. Kesinlikle ya bir burs, ya da part time bir iş bulmam kaçınılmazdı.
İkinci senenin başında bir sınavın sonucu olarak,
parası oldukça iyi bir işe girmeyi başardım. Dikimevinde yeni yapılan Site
Talebe Yurdu’ na taşındım. Önceki kaldığım yurda göre burası çok güzel ve
konforluydu. İş yerimde kısa sürede müdürümün gözüne girerek okulda haftada iki
gün, ikişer saat yapılan uygulama dersine gidebilme iznini elde ettim. Diğer derslerdeki
yoklama sorununu arkadaşlar bir şekilde çözümlüyorlardı. Benim sınıfımdan, aynı
yurtta, aynı koridorda kalan can bir arkadaşım vardı; Kemal. Okulda o gün
önemli bir konu işlenmişse bana haber verirdi. Yemekten sonra notlarımızla
birlikte çalışma salonuna geçerdik; Bol bol çay ve sigara eşliğinde o günkü
konuyu bana öğretmeğe çalışırdı. Ben de onu bazı akşamları sinemaya ya da
yemeğe götürerek altta kalmamağa çalışıyordum.
İkinci senenin de sonu gelmiş, final sınavları
başlamıştı. Girdiğim iki sınavım iyi gitti. Moralim oldukça yükselmiş,
çalışarak babama, eve asla yük olmadan okulu bitirebileceğim kanısı iyice
güçlenmişti. Üçüncü sınavımız ‘Analiz 2’ isimli, oldukça zor bir dersin
sınavıydı. Bu sınava hazırlanamamıştım ama, geçemesem de boş kâğıt vermeyecek
kadar bir şeyler yazabileceğimi düşünüyordum. Sabah okula vardığımda sınavın
sözlü olduğunu öğrendim. Genelde sözlü sınavlarda daha az başarılı olan biri
olarak girmemeğe karar verdim. Bunu orada ki arkadaşlara da söyledim. Onlar bu
kararıma şiddetle karşı çıktılar. Ne olursa olsun girmem gerektiğini, şansım
yaver gidip bildiğim sorular çıkarsa sınavı geçebileceğimi söyleyerek
kararımdan caydırdılar. Sıram geldiğinde moral bulmuş olarak içeri girdim.
İçerde, dersin hocası Prof. Dr. Berki
Yurtsever, bölümde doçent olan bir
hoca ve bir Dr. Asistandan oluşmuş üç kişilik jüri ile sınavı devam eden bir
arkadaş vardı. Hocaları selamlayıp arkaya geçip oturdum, sıramı beklemeye
başladım. Arkadaşın yanıtlamağa çalıştığı, tahtaya yazılı soru bana Fransız geldi. Öncesini
bilemem ama arkadaşımın tahtadaki soruyu yapamadığı açıktı. Berki, güz dönemi sınavına daha iyi
hazırlanıp gelmesini söyleyerek arkadaşa çıkmasını işaret etti. Jürinin
tavrından olumsuz etkilenmiştim. O ana kadar var olan az buçuk kendime güvenim
de sıfırlanmıştı adeta. Bölümde dilden dile dolaşan bir söylemden zaten olumsuz
etkilenmemek olanaksızdı: “Berki’den
geçen diplomayı elinde bilsin.”
Berki önündeki listeden adımı okuyup tahtaya geçmemi buyurdu. Ses tonu hiç
te dostça gelmedi bana. Önündeki kitabın sayfalarını bir süre karıştırdıktan
sonra bir sayfada durdu, sayfa arasına cetvelini yerleştirdi, sorusunu sordu.
Yanıtlayabileceğim bir soru değildi. Bir süre beklemedikten sonra ikinci soruyu
sordu, yanıtım yine soruya boş gözlerle bakmaktan öte geçmedi. Düştüğüm durumun
vahametinden nutkum iyice durdu, hiç bir şey düşünemez oldum. Üçüncü, dördüncü
sorularda da durum pek farklı gelişmedi. Berki her zaman olduğundan daha da
kızıl bir suratla bana döndü: “ Sen bu
okula neden geldin? Ve hangi yüzle karşıma çıkıyorsun, söyler misin bana? Sen
asla seçmemen gereken bir okulu ve o okulun bir bölümünü seçmişsin delikanlı.
Beni dinle, buradan çıkar çıkmaz doğru öğrenci işlerine git kaydını al ve
okuyabileceğin bir okula yaptır kaydını. Ben burada oldukça sen bu fakülteyi
bitiremezsin. Beni iyi anladın mı? Haydi defol şimdi.”
Büyük bir bozguna uğramış ve mosmor olmuş
vaziyette dışarı çıktım. Kapı önünde bekleşen arkadaşların, suratımı görünce,
yüzlerindeki gülümsemeleri yok oluvermişti. Girmem için adeta beni içeriye
itekleyen yurt arkadaşım Sami Taşkın’a ve askeri öğrenci olan Kadir Karacan’a içten saygılarımı sunarak hemen oradan
ayrıldım. Moral bozukluğu ile rahatlıkla geçebileceğin, daha sonraki iki sınava
girmedim.
Başıma gelenleri öğrenen arkadaşlar her fırsatta
beni teselli etmeye çalışıyorlardı. Daha çok ta Berkin’in sözlü sınavı çok seyrek yaptığını, yazılı sınavlarda da
beni tanımayacağını, çalışıp rahatlıkla başaracağımı söylüyorlardı. Benim de
tek umudum buydu zaten. Bu kadar öğrencinin içinde beni mimleyeceğini düşünmek
istemiyordum. Bir sonraki sınava hazırlanarak girersem şansım olabilirdi.
“Koskoca bir Prof. Un sıradan bir öğrenci parçasına deve kini güdecek hali
yoktu ya! Hoca dediğin öğrencisini kazanmağa çabalar, kaybetmeğe değil. Hak
eden öğrencinin hakkını gasp etmez, korur. Öğrencisinin hak, hukuk, adalet
algılarını paspas yapıp ayaklar altına almaz.” Kafamda dolaşan düşünceler
bunlar ve benzerleriydi. Bu konu açıldığında arkadaşlarımın da benim duygu ve
düşüncelerimi paylaştıklarını görüyor, umutlanıyordum.
Zaman su gibi aktı, güz sınavları başladı. Önümde
beş dersin sınavı vardı. Analiz 2 dördüncü sınavdı ve yazılı olacaktı. Geçme
kararlılığı ile Analiz 2 ile birlikte üç sınava kilitlenmiştim. Diğer ikisi
seneye kalabilirdi. Berki’nin
dersinden önce girdiğim üç sınavın ikisi iyi geçti. Analiz 2 sınavında da
soruları, bana göre, geçebileceğim düzeyde yanıtladım. Arkadaşlarım her
fırsatta “Bak göreceksin, Berki olayı çoktan unutmuştur. Korkuların boşuna.”
Diyerek yüreğime su serpmekten geri durmuyorlardı. Büyük bir merak, heyecan ve
korku ile sonuçları beklemeğe başladım.
Listelerin asıldığı haberi üzerine müdürümden
izin alıp fakültenin yolunu tuttum.
Berki sınav sonuçlarını odasının da bulunduğu
birinci katın panosuna astırırdı. Merdivenleri bir solukta çıktım. Hem oldukça
yüksek olan birinci kat merdivenlerini koşarak çıkmamdan, hem de heyecanımdan
nefesim daralmıştı. O dönemlerde sınav sonuçları rakam olarak değil, GEÇMEZ,
ORTA, İYİ ve PEKİYİ diye listeleniyordu.
Diğer bazı derslerin sınav sonuçlarının da aralarında olduğu listelerin
içinden -Analiz 2- listesini buldum. İsmimin karşısında –GEÇMEZ- yazıyordu. Sınavda bütün soruların doğru çözümlerini
yazamadığım için geçememiş olman bana çok koymadı sanırım. Yani geçemediğime
çok üzülmedim, endişem ve korkum hocanın beni hatırlayıp bana söylediklerinin
gereğini yapmış olmasıydı. Eğer öyleyse !….
İki dersten takıntılı olarak üçüncü sınıfa
geçtim. Senenin sonunda dördü üçüncü sınıfın olmak üzere önümde altı sınavım
vardı. -Analiz 2- başta olmak üzere dört dersin sınavına hazırlandım. Berki’nin sınavı yine dördüncü
sıradaydı. Girdiğim üç sınavımda iyi geçmişti bana göre. Analiz 2 sınavına
moralim yüksek olarak girdim. Yazdığım sınav kâğıdına ve hesaplamalarıma göre
en az on üzerinden sekiz almalıydım. Sonuçlar birer, ikişer gün ara ile panoya
asılıyordu. Önce girdiğim üç dersin, biri alttan olan, ikisini geçtim. Büyük
bir korku ve heyecanla Berki’nin listesini bekliyordum. Sonunda o da asıldı.
Adımın karşısında yine -GEÇMEZ- yazılıydı.
Dizlerimin bağı boşandı sanki. Berki’nin beni unutmadığından neredeyse emindim
artık.
Üçüncü senenin güz dönemi sınavlarında iki
dersten daha geçtim. Soruların tümünü çözmüş olmama karşın asılan listede yine
adımın karşısındaki -GEÇMEZ- kelimesi
sabitlenmişti sanki. Böylece Analiz 2 sınavına dördüncü girişim de hüsranla
bitti. Bir dersten sekiz sınav hakkımız vardı. Bu kadar hakta başaramazsan
fakülteden kaydın siliniyordu. Hocanın bana takmış olduğu konusunda kuşkum
kalmamıştı artık. Bütün sorulara eksiksiz yanıtlar verecek tarzda hazırlanma
kararlılığıyla bir sonraki sınavı beklemekten başka çarem yoktu.
O zamanlar, sınavda aldığınız nota itiraz etmek
diye bir hak, bir kavram yoktu. Hocaların kararı mutlaktı. Eğer bir konudan
sana takmışsa ağzınla kuş tutsan nafileydi. Odasına gidip hak aramak daha da
olumsuz tepkiler doğurabilirdi. Belki bütün hocalar böyle değildi, bilmiyorum.
Ama Berki Yurtseverin böyle olduğunu herkes biliyordu. Özellikle Prof.lerin
odalarına girilemezdi. Onlar fildişi kulelerde ki krallar gibi algılanırdı.
Şimdi olduğu gibi idare mahkemeleri filan da yoktu itirazı değerlendirecek.
Hocanın kararı yasa sayılıyordu.
Yılda iki kez girdiğim ve pekiyi’lik kâğıtlar vermeme karşın geçmez notu aldığım -Analiz
2- sınavlarının sekizincisi yani sonuncusu ile karşı karşıyaydım. Çok iyi sınav
kâğıtları vererek dersi geçemeyeceğimi kesin olarak biliyordum artık.
Üniversite hayallerimin sonuna gelmiştim. Korkunç rüyalardan sıçrayarak
uyanıyor, bu duruma düşürenlere lanetler yağdırıyordum. Çaresizlik içinde bıçak darbesini yemiş
kurbanlık bir hayvan gibi kıvranıyordum.
Yedinci sınav sonuçlarını öğrendikten sonra, daha önce de aklımdan
birkaç kez gelip geçmiş olan bir düşünce kafamın içinde çöreklenmeye başladı:
Matematik bölümü öğrencilerini, fakülteyi hatta insanlığı Berki denen bu beladan ebediyen kurtarmak. Bunun için gerekli
parayı bulabileceğimi düşünüyordum. Sekizinci -Analiz 2- sınavıma dört ay kadar
zaman vardı. Bu süre içinde işi bitirmeliydim. Berki’yi yok etme işini kendim yapmam olanaksızdı. Böyle bir şey
aklımdan bile geçirmiyordum. Kiralık katil bulmaktı aklımdan geçen. Kimselere
duyurmadan bunu nasıl başarabileceğimi günlerce, haftalarca düşündüm. Sonunda,
efkâr dağıtmak için gittiğim bir gece mekânında tesadüfen tanışıp ahbaplık
kurduğum ve içkinin etkisiyle bütün duygu ve düşüncelerimi kendisine
anlattığım, derdime yürekten üzülüp bana acıyan birisi beni ümitlendirdi:
Kulağıma bir isim ve adres fısıldadı.
Adres, kiralayacağım şahsın Ankara’nın ücra bir
semtinde oturduğunu gösteriyordu. O semte nereden ve nasıl gidildiğini öğrenip
hafta sonu belediye otobüsü ile yola düştüm. Adresteki evi elimle koymuş gibi
buldum. Kapıyı çaldım. Kapıyı açan atmışlı yaşlarda görünen bir teyzeydi.
Adamın ismini, sonuna bey ekleyerek söyleyip görüşmek istediğimi nazikçe ifade
ettim. Teyze; “Sen benim damadımı soruyon yavrım. O Ankara dışında bi yerde. Ne
zaman geleceğeni Allahtan başka kimseler bilemez. Sen efendi bi çocuğa
benziyon, damadımla nasıl bi işin olabilir ki? İlle de gorüşmek isdiyosan arada
bi gelip yoklayacağan.” diyerek, kapıyı arkadan kapatıp yok oldu. İçimde, adamı
bulamamış olmaktan mutlu olmuşum gibi bir his vardı sanki. Duruma üzülmediğim
gibi rahatlamıştım adeta. Yarım saat kadar sonra gelen bir başka otobüsle yurda
döndüm. Yolda boyunca bu çözümün bir çıkar yol olup olmadığını kendimle
tartıştım. Sonuçta, başka bir çözüm olmadığına inanarak, adamın Ankara’ya
dönüşünü beklemeye karar verdim.
Fakültede beşinci yılımı da doldurmuştum. Analiz
2 ile beraber istediğim an sınavını verebileceğim önemsiz bir dersim kalmıştı.
Okuldan atılırsam Genel Matematik
Sertifikası alma hakkım olduğunu, bu sertifika ile ilkokul öğretmeni
olabileceğimi söylüyorlardı. Hiç yoktan iyi bir kazanım. Berki’den ebediyen kurtulma planımdan kimseye söz etmiyordum. Eğer
başarırsam ölünceye kadar bu sırla yaşamak zorunda kalacaktım. Sonuç farklı
olup planım ortaya çıkarsa ya da kiralık katil yakalanır da öterse her şey
bitecekti benim için. Geceler boyu uyuyamıyordum. Uyuyabildiğim anlarda rüyadan
çok kâbuslar görüyordum. İş yerinde müdürüm halimi, hiç beğenmediğini söylüyor
yardımcı olmak istiyordu. İçimden hocayla konuşmasının bir yararı olup
olmayacağı düşüncesi geçmiyor değildi aslında, ama bunun da ters tepeceğine
inancım kesindi. Biliyor musunuz, çaresizlik insanlara her şeyi yaptırabilir.
Ben tam da bu noktadaydım.
Bir perşembe akşamı, yurdun hoparlöründen, askeri
öğrenci olan arkadaşım Kadir’in geldiği, beni şu an kantinde beklediği anons
edildi. İsteksizce kalkıp gittim. Beni görür görmez ayağa kalkıp, gülerek “
müjdemi isterim. Öyle eften, püften de istemem. Esaslı bir müjde isterim.”
Diyerek boynuma sarıldı.
-Ne müjdesi, neymiş hele vereceğin müjde önce onu
söyle. Gerçekten müjdeyi hak eden bir haberse üstüme düşeni yaparım, bilirsin.
-Sana öyle bir haber vereceğem ki sevincinden
Ankara’ya bile sığmıyacağan. Sıkı dur şimdi. Bomba haberim geliyor. Berki
Almanya’ya gidiyo.
-Ne var bunda müjde olacak, herkes bi yerlere
gider, gelir. Berki bundan böyle Almanya’ya yerleşecekmiş demeyeceksin her
halde.
-Hayır, öyle değil; elbette Almanya’ya yerleşecek
demiyom. Tam tamına altı ay gidiyomuş. Bilmem ne üniversitesinde araşdırma
yapacağımış. Yani senin sınavında burda olamıyacak. Anladın mı şimdi haberimin
değerini?
Kalp atışlarımın iki katına fırladığını
duyumsadım. Bu gerçek olabilir miydi? Ama Kadir bana böyle bir eşek şakası bu
güne kadar yapmamıştı. Eğer bu bir şakaysa çok zalimceydi. Böyle ise onu asla
bağışlamayacağımı Kadirin de çok iyi bilmesi gerekirdi. Bir an ne diyeceğimi,
ne düşüneceğimi, nasıl davranacağımı kestiremedim. Kendimi bir boşlukta gibi
hissettim. Kadirin, “Ağlama, biliyom sevinçden ağlıyon amma gene de burada ayıp
oluyo. Hadi isdersen senin odaya geçelim. Ağlarsan da orda ağla.” Demesiyle
ağlamakta olduğumun farkına vardım.
Kadirin haberi gerçekti. Berki altı aylığına
Almanya’ya gidiyordu. Bürosunun bulunduğu kattaki panoya, bölümdeki tüm
çalışanlara hitaben kısa bir -Allaha ısmarladık- mesajı yazarak
imzalayıp asmıştı. Bu mesajı da gördükten sonra kuşkum kalmadı. Demek sahiden
–Kul sıkışmayınca Hızır yetişmez- atasözü gerçekmiş. Bu, Tanrının bir mucizesi
idi kanımca. Elimi kana bulamama ramak kalmıştı. Bir başka deyişle; gözümün
önünde avuçlarımdan kayıp giden umutlarımın, yolundan çıkıp uçuruma doğru hızla
sürüklenen bütün bir geleceğimin ani bir frenle durdurulmasıydı. Her şey
gözlerimde yeniden başka bir anlama bürünmeğe başladı. Fakültenin gerçekten bir
yeryüzü cenneti kadar güzel olan bahçesine çıkınca: “Herkesi, her şeyi, Berki’yi bile seviyorum.” Diye
bağırmamak için kendimi zor tutuyordum.
Bir tek korkum vardı: Ya Berki sınav kâğıtlarını kendisi okumak için Almanya’ya isterse!
Başkalarını bilemem ama benim aklımdan bu lanet olasılık arada bir geçiyor,
sevincimi, umutlarımı gölgeliyordu.
Sınavlara bir ay kadar vardı ki Berkinin
Almanya’ya uğurlandığını büyük bir sevinçle öğrendim. Analiz 2 dersini, onun
yerine, ODTÜ den bir doçentin verdiği bilgisi geldi bana. Yeni hocamızın, bir
ay gibi kısa bir süre için, dersin kitabını değiştirmediğini de öğrendim.
Berkinin kitabından devam ediyormuş. Kitaptaki bütün problemleri çözdüğüm için
sınava hazırlanma gereği bile duymadım.
Sınav sonuçlarını öğrenmek için fakülteye
gittiğimde yine son derece heyecanlıydım. Merdivenleri çıkıp listenin asılı
olduğu panonun önüne geldiğimde dizlerim titriyor, başım dönüyor ve gözlerim
kararıyordu. Yine bir terslik olabileceği korkusu beynimin ücra köşelerinde
varlığını sürdürüyordu. Gözlerimin önü aydınlanınca listeye baktım, adımın
karşısındaki PEKİYİ notu gözlerime ve beni, içinde debelendiğim azgın sulardan
kurtulmak için tutunduğum halatın ucunu mutlu geleceğe perçinleyen bir çivi
olarak çakıldı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder