Tuzla yedek subay
okulunda geçen altı aylık dönemin sonunda çektiğim kura sonucu Sivas Er Eğitim
Tugayına Astm olarak 5. Grup Komutan Yardımcılığına atandım. O dönem, en çoğu
Tuzla Piyade Okulundan olmak üzere değişik Yd.Sb. Okullarından Sivas kurası çekip
gelenlerin sayısı yirmi'nin üzerindeydi. İlk gün ordu evinde kaldık. İkinci gün
bizden önceki dönemlerde gelmiş olan Yd. Sb. Arkadaşlarımızın yardımıyla
Tuzladan birlikte geldiğim iki arkadaşımla bir otelde oda kiraladık. Mart ayı
sonları olmasına karşın havalar oldukça soğuktu. Otelimiz Sivas’ın kaloriferli
tek oteliydi sanırım. Birliklere ve biz subay, as subaylara kışlık kıyafetler
henüz dağıtılmadığından Temel tepe denen eğitim alanında, ilk birkaç gün, bir
hayli üşüdüğümü anımsıyorum.
İkinci haftanın sonunda
Bağlı olduğumuz 58. Tümenin komutanı Tüm General Behçet Özdemir paşa Sivas’a o
dönem gelen Yd. Subayların şerefine Ordu Evi’nde bir parti hazırlanması emri
vermiş. Cumartesi gecesi yapılacak olan bu partiye bütün as teğmenler
mazeretsiz katılacaklar. Ayrıca özel
yeteneği olanlar sahnede kendini tanıtıp marifetlerini paşaya ve davetlilere
sunacaklar. Emrin içeriği böyleydi.
Cumartesi akşamı,
üniversite yıllarında çalmağa başladığım kemanımı da alarak, zaten otelime
yakın olan Ordu Evi’ne damladım. Bizim gurubun içinde güzel piyano çalan bir
arkadaş daha vardı; Ruben Çikvasvili. Tümen komutanımız kısa bir “Hoş
Geldiniz.” Konuşması yaptı. Arkasından Ruben piyanonun başına geçip programına
başladı. Çaldığı dans müziği eşliğinde subaylar eşleriyle, bayan arkadaşlarıyla
bol, bol dans ettiler. Gecenin ilerleyen saatlerinde ben sahneye çağırıldım.
Önce hazırladığım günün gözde şarkılarından birkaç şarkı çalıp okudum. Sonra
arkası bir türlü gelmeyen istekler başladı. İki saate yakın sahnede
alıkoydular. Ancak sahneden indiğimde eğlence sona erdi. Ordu Evinden ayrılmak
üzereyken bir haber geldi. Tümen komutanı beni özel odasında bekliyormuş.
Elimde kemanımla koridorları geçip komutanın özel mekânını buldum. Burası bir
bar gibi düzenlenmiş, loş ışıkların yarı aydınlığında, bir tarafta yüksek döner
sandalyelerin, diğer yanda rahat maroken koltukların bulunduğu bir mekândı.
Paşa bu koltuklardan birinde, sivil giysilerle oturuyordu. Diğer koltuklarda
birkaç üst rütbeli komutan ve eşleri olduğunu düşündüğüm üç bayan, bir de Ruben
vardı. Barda da iki görevli asker paşadan gelecek bir emir için gözlerini dört
açmış duruyorlardı. Bir asker selamı
çakıp, “Emrinizdeyim komutanım .” dedim.
“Gece başkaları için bitti ama bizimki yeni başlıyor. Sabaha kadar içip
eğleneceğiz. Otur şöyle yanıma. ” dedi. Bar görevlisine, “Asteğmene viski
getir.” Ben içki içemiyordum ama
içiyormuş gibi sesimi çıkarmadım.
Sabahın ilk ışıklarına kadar kâh banttan, kâh canlı olarak şarkılar
söylendi, dans edilip eğlenildi. Komutanın emriyle eğlence sona erdi. Dağılmadan önce Paşa Ruben’le bana dönerek
“Size haber saldığımda işinizi, gücünüzü bırakıp bana geleceksiniz, anlaşıldı
mı çocuklar?” diye tembihte bulundu.
O günden sonra Ordu
Evindeki hafta sonu eğlencelerinin vazgeçilmez solisti olmuştum. Bir ay kadar
sonra bir gün Paşamızın beni istediği haberini aldım. Eğitim kıyafetimi
değiştirip Ordu Evine yollandım. Komutanın odasına girdiğimde Tugay Komutanı
tuğ general ve iki albay vardı komutanın yanında. Beni görünce “Hoş geldin
asteğmen. Şimdi beni dinle; Yarın tümene bağlı birlikleri teftişe çıkacağım. Bu
teftişte Tokat ve Amasya var. Sende benimle geliyorsun. Kemanını almayı unutma.
En az bir hafta oralardayız. Hazırlığını ona göre yap. Öğrendiğime göre otelde
kalıyormuşsun. Sabah sekizde bir cip gelip seni alacak. Haydi, git şimdi
hazırlan.” Oldukça heyecanlanmıştım. “Emredersini Komutanım.” Bir topuk selamı
çakıp çıktım.
Bana verilen cipte sürücü
er ve ben vardım. Çanakkaleli olduğunu öğrendiğim erle sohbet ederek ve Paşanın
ardındaki üçüncü araç olarak Tokat’a vardık. Ordu evine indiğimizde komutanı
bir gurup üst düzey subay ve eşleri karşıladı. Hoş, beşten sonra komutanım
albay rütbeli bir subaya beni tanıtarak; “Asteğmeni rahat ettirin.” dedi. Bir
yüzbaşı önüme düşüp beni ordu evinin en güzel manzaralı bir odasına kadar
götürdü ve bir isteğim olduğunda gösterdiği zile basmamın yeterli olacağını
söyleyip ayrıldı.
Komutanımız mesai dışında
içip eğlenmeyi seven biriydi. Tokat’a perşembe günü varmıştık. Bana bu şehirde
istediğim gibi gezip tozabileceğim söylendi. İstersem, şehri gezdirmeğe yanıma
bir er de verebileceklerini bildirdi yüzbaşı. Ben istemediğimi söyledim. İki
gün boyunca, zaten küçük bir kent olan, Tokat’ın gezip görmediğim yeri kalmadı.
Cumartesi akşamı Tokat
Ordu Evinde Paşanın şerefine balo düzenlenmişti. Ben yine bir saate yakın bir
program yaptım. İzleyicilerden aldığım alkışlar ve arkasından gelen ardı arkası
kesilmeyen istekler bana inanılmaz bir haz veriyor, sahnede coştukça
coşuyordum. Albayı, yarbayı bütün subaylar bana güler yüzle yaklaşıyor,
iltifatlar ediyorlardı. Programım sonrası gözüme kestirdiğim güzel bir kızla
bol, bol dans ettim.
Tokattan sonra Salı günü
Amasya’ya geçtik. Orada da Çarşamba günü balo verdiler. Paşanın uyarısı ile
yine el üstünde tutuldum. Balo akşamı yine yaptığım programın çok beğenildiğini
alkışlarla iki kez sahneye yeniden çağırılışımdan ve gelen istek şarkılarından
anlamıştım. Kendimi ünlü bir ses ve saz
sanatçısı gibi hissediyordum. Bana göre dünyanın en güzel mesleği bu olmalı.
Hem insanları eğlendirip mutlu ediyorsun, hem de çok mutlu oluyorsun. Çok
paralı bir meslek olması da cabası.
Hafta sonu Sivas’a
döndük. Pazartesi birliğime gittiğimde mesai başlar başlamaz tabur
komutanımızın beni istediğini haber verdiler. Hemen odasına koştum. Yanında
bizim 5. gurup komutanı Ergin üst teğmenin de bulunduğu bin başı bana bir
hışımla demediğini bırakmadı. Neden haber bile vermeden çekip gitmişim? Kendisi
orada korkuluk muymuş? Askerliği oyun mu sanıyor muşum? vb. Dilimin döndüğü
kadar olanı biteni anlatsam da sinirleri yatışmadı. Beni “Yıkıl karşımdan.
Gözüm görmesin seni.” diyerek kovdu. Daha sonra komutanın yaveri olayı
binbaşıya anlatmış sözde. Beni tekrar
çağırıp bir daha böyle bir durum olursa mutlaka önce kendisine durumu
bildirerek izin almam gerektiğini, aksi halde başımın belaya gireceğini
söyledi.
O günden sonra benim gece nöbetlerim iki kat arttı. Zahmetli ve sıkıntılı işler hep bana verilmeğe başladı. Önemli biri olduğumu, askerliğimin son derece eğlenceli ve zevkli geçeceğini hayal ederken bu sıkıntılı durumlar moralimi hayli bozdu. Önümdeki hafta sonlarının hayali ve keyfi ile sırtıma dağları yükleseler altından kalkarım gibi geliyordu bana. Bu yüzden fazla gece nöbetlerinden, her zaman şehirden den en az 5 derece daha soğuk olan Temel Tepedeki acemi eğitiminin bütün gün üstüme yıkılmasından, atış eğitimlerinin tek sorumlusu olmaktan uzun süre yakınmadım. En geç iki ayda bir Paşa haber salıyor, denetim amaçlı gezilerinde yanında olmamı istiyordu. Böyle gezilerin sonunda bana yapılan haksızlıkların dozu daha da artıyordu. Zaman, zaman olmadık yerde ve zamanda aşağılandığımı hissediyordum. Bu haksızlıklardan, hukuksuzluklardan generale söz etmeyi askerliğe de, erkekliğe de sığdıramıyordum.
O günden sonra benim gece nöbetlerim iki kat arttı. Zahmetli ve sıkıntılı işler hep bana verilmeğe başladı. Önemli biri olduğumu, askerliğimin son derece eğlenceli ve zevkli geçeceğini hayal ederken bu sıkıntılı durumlar moralimi hayli bozdu. Önümdeki hafta sonlarının hayali ve keyfi ile sırtıma dağları yükleseler altından kalkarım gibi geliyordu bana. Bu yüzden fazla gece nöbetlerinden, her zaman şehirden den en az 5 derece daha soğuk olan Temel Tepedeki acemi eğitiminin bütün gün üstüme yıkılmasından, atış eğitimlerinin tek sorumlusu olmaktan uzun süre yakınmadım. En geç iki ayda bir Paşa haber salıyor, denetim amaçlı gezilerinde yanında olmamı istiyordu. Böyle gezilerin sonunda bana yapılan haksızlıkların dozu daha da artıyordu. Zaman, zaman olmadık yerde ve zamanda aşağılandığımı hissediyordum. Bu haksızlıklardan, hukuksuzluklardan generale söz etmeyi askerliğe de, erkekliğe de sığdıramıyordum.
Bir Salı günü alay
komutanımızın beni istediği haberi verildi. Kurmay albay olan bu komutan
Generalle birlikte bütün denetleme gezilerine katılıyordu. Bu nedenle beni iyi
tanıyordu. Makamına çıktığımda, iki gün sonra ordu evinde yapılacak kızının
nişan töreninde çalıp, söylememi istiyordu. “Bundan, büyük mutluluk ve onur
duyarım komutanım.” dedim. Sonraki
konuşmalarımızda kışlada hayatımın nasıl geçtiğini, bir sıkıntımın olup
olmadığını sordu. Ben de olup bitenlerden bir kısmını anlattım kendisine.
On gün kadar sonra Tabur
komutanı da, gurup komutanı da değişti. Yeni atanan binbaşı ve üsteğmenin beni
ezmek gibi bir düşünce ve niyetlerinin olmadığı birkaç gün içinde belli oldu.
Tam tamına 8 ay daha krallar gibi sürdü askerlik yaşamım. Bu arada Gazi
eğitimin beden eğitimi bölümünde okuyan Sivas’ın yerlisi bir kız arkadaşım da
oldu. Sivas’ta olduğu zamanlar hafta sonları onu ordu evine çağırıyordum.
Ruben’in de içinde yer aldığı ordu evi orkestrasının çaldığı müziğin eşliğinde
bol, bol dans ediyorduk. Askerliğimin böyle olağanüstü güzel geçebileceğini hiç
düşünmemiştim. Burada her şeye sahiptim. Tezkere bırakarak orduda kalmayı bile
sıkça aklımdan geçirir olmuştum.
Yaz ortalarıydı sanırım.
Bir sabah servis otobüsünde Tümen Komutanımızın çok yakında Sivas’tan gideceği
haberi duyuruldu. Söylendiğine göre Komutan korgeneralliğe yükseltilerek,
Adana’da yeni kurulan bir kolordunun komutanlığına atanmıştı. Bu haberi veren
İkinci Grup Komutanı Reşat Üsteğmendi. Babası, Genel Kurmay Başkanlığında
görevli, bir generaldi. Bu yüzden haberin bir balon olma olasılığı sıfırdı.
Sivas’a gelişimizin altıncı ayında Teğmenliğe yükselmiştik. Bir yıl sürecek
olan teğmenliğimizin sonunda iki yıllık zorunlu askerlik hizmeti sona erecekti.
Bu arada on gün kadar önce, Reşat üsteğmenin Tugay içinde bir başka göreve
atanması sonucu, 2. Grup Komutan vekilliğine atanmıştım. Tümen Komutanımızın
ayrılmasına çok üzülsem de görevimi eksiksiz yapma kararlılığı ile fazla bir
endişe duymayacaktım. Toru topu dört
ayım kalmıştı terhise.
Reşat üsteğmenden Grubu
devralırken, bir devir teslimde olması gereken resmi tutanakların hiç birini
yapmadık. Onun boşalttığı Grup Komutanlığı odasına geçip oturdum. Zaten istesem
de bir resmi devir teslim olanaksızdı. Çünkü Üsteğmeni bir daha terhisime kadar
göremedim. Grubun Kayılarında yüzlerce kalem mal görünüyordu. Tabanca, tüfek,
mermi, roketatar, çeşitli askeri araçlar, yatakhane, yemekhane malzemesi vb.
şey vardı. Bunların bir tekini bile görüp teslim almamıştım. Bu arada başka
görevlere atanmış olan eski tabur komutanı ve 4. Grup komutanı yeniden eski görevlerine
döndüler.
Benim için, öncekinden
daha beter, katlanılması çok zor bir yaşam yeniden başladı. Artık Ordu Evindeki
cumartesi eğlenceleri ben olmadan yaşanıyordu. Çünkü her cumartesi akşam
altıdan sabah altıya kışlada nöbetçiydim. Arkadaşlara haftada bir gelen nöbet
sırası benim için haftada dört gün olmuştu. Taburdaki ‘Grup’lar -Bölük-
karşıtıydı. Acemi erlerin dört aylık temel eğitimini yaptırıyorduk. Tabur
komutanı her sabah arazide Grupların eğitimini denetliyordu. Diğer Grup
Komutanları çoğu kez eğitimi As Subaylara bırakıyor, kendileri Grubun yanına
bile uğramıyorlardı. Başka bir işim nedeniyle iki kez araziye çıkamadım oldu.
Karşılığında o haftaki nöbetlerim yedi güne çıkarıldı. Eğitimden dönünce yorgun
argın, er öğretmen sınıflarından bir sınıfın dört saatlik dersi bana yüklendi.
Hâlbuki derse giren subayların tek görevi bu dört saatlik dersten ibaretti. Bir
sorun çıkmaması için var gücümle bana verilen her görevi en iyi şekilde yapmağa
çalışıyordum. Ne yaparlarsa yapsınlar, terhisime kadar dayanmağa karar verdim.
Askerliğimin bitmesine üç
hafta kala komutanı olduğum 2. Gruba 5. Grubun komutanı, benim de eski
komutanım olan üsteğmen atandı. Bir hafta içinde Grubun Devir-Teslimini
halledip, kullanmadığım 15 günlük son iznimi alarak askerliğe veda edeceğim.
İyi, kötü, acı ve tatlı anılarla dolu 24 aylık serüven bir hafta sonra sona
erecek.
Pazartesi sabahı 2.
Grubun deposunu açtırıp sayım ve devir için üsteğmeni beklemeğe başladım. İki
saat kadar sonra gelip, deponun ortasına koydurttuğum masanın yanında ki
sandalyeye kuruldu. Depo çavuşu ve iki erin yardımıyla sayıma başladık. Çavuş
ve erlerin ellerindeki listeden bakıp getirdiği her malzemeyi evire çevire
inceliyordu üsteğmen. Beğenmediği malzemeyi ayırıyor, “Bunu teslim almıyorum,
yenisi gelecek.” Deyip ayırıyordu.
Örneğin b,r mataranın ağzının yamulmuş olması, bir sırt çantasının bir yanının
sökük olması, bir kürek ya da kazmanın sapının kırık olması, bir tüfeğin
kabzasının çatlamış olması, onları teslim almaması için yeterli bir neden di. O
günkü sayım ve teslim sonucu en az elli kalem malzeme üzerimde kaldı. Ona göre
bunları tugay komutanlığına, her birisi için ayrı tutanak tutarak, götürmem ve
ana depo komutanlığına yine bir protokol ile teslim etmem gerekiyordu. Onlar
gerekli incelemeleri yaptıktan sonra varsa yenilerini verecekler, kullanılamaz
olanları kayıtlardan düşecekler, ana depoda bulunmayanlar için de Genel Kurmaya
yazı yazacaklar. Ancak bu eksikler tamamlandıktan sonra bu malzeme zimmetimden
silinecek. Yani bir bakıma ölme eşeğim ölme…
Sonraki günlerdeki
sayımlarda daha ilginç ve beni çok bunaltan, endişelendiren durumlarla
karşılaştım. Üsteğmen beni bir sabır sınavına çekiyordu sanki. Zaman, zaman
isyan etmenin eşiğine geldim. Askerlik gereği bir üst rütbeye göstermem gereken
saygımı yitirmemeğe çok çabaladım. Ben
Grubu devralırken hiçbir şeyi saymamış, depoda var mı, yok mu bakmamıştım.
Listede Bir adet Askeri Kamyon (Reo), bir adet Ambulans, iki adet Cip
yazılıydı. Orada bulunduğum süre içinde bunların hiç birisini görmemiştim. Üsteğmen
benden bunları da istiyordu. İki sandık talim mermisi, kırığı, bozuğu da
ortalarda olmayan on adet kadar tüfek, roket atar gibi hiç bulunamayan
malzemeleri saymıyorum. On beş günlük
son iznimi kullanma fırsatımın kalmadığını düşünüyordum. Üsteğmenin ifadesine
göre; ordu malını çalmaktan aylarca, yıllarca hapse konulmak ta vardı işin
sonunda. “Bu olabilir mi? Böyle bir şey olursa ben ne ederim?” Birkaç gece
gözüme uyku girmedi. Sonunda aklıma Grubu devraldığım Reşat üsteğmene başvurmak
geldi.
Üsteğmen, Sivas’ın Kabak
Yazı denilen mevkiindeki bir başka taburda görev yapıyordu. Asker selamı verip
hazırol’da kaldım. O bildik kalender, kendine güvenen tavrıyla, gülümseyerek
karşıladı beni. “Askerliği bitirdin demek. Gidiyorsun artık, ne mutlu sana.
Vedalaşmadan gitmemiş olman beni mutlu etti.” Diyerek elimi sıkıp yer gösterdi,
emir erine seslenip iki çay söyledi. Vakit kaybetmeden konuya girdim.
“Biliyorsunuz komutanım, Grubu sizden devir alırken listelere bile bakmadım.”
Diye başlayıp olan biten her şeyi bir, bir anlattım ve yardımını istedim.
Oldukça inandırıcı, ciddi bir tavırla: “Başına gelenlerden haberim var. Benim
sana bir yardımım dokunacağını sanmıyorum. Bu durumda askerliğin bile yanar.
Ama bu olaydan esaslı bir ders almış olacaksın. Bu da az şey değil. Babanın
oğlu da olsa güven üzerine iş kurma. İşini sağlam yap. Ben senin neyin oluyorum
da hiç bir şeyi saymadan kos koca birliğin her şeyini teslim alıyorsun a avanak
teğmen, söyler misin?”
Duyduklarım karşısında
mosmor olduğumu hissettim. Kanım damarlarımda dondu adeta. Başım döndü,
gözlerim karardı. Ne söyleyeceğimi bilemedim. Üsteğmen durumumu fark etmiş
olmalı ki bir kahkaha patlattı. “İlahi teğmen, seni bu kadar korkutacağımı hiç
düşünmemiştim. Bayağı ödlekmişsin be oğlum. Korkma, şaka’ydı söylediklerim.”
Bu açıklamaya rağmen bir süre kendime
gelemedim. Kalbim sağlam olmasa kesin bir kriz geçirir, belki de bu dünyadan
göçerdim. “Böyle şaka olmaz olsun.” diye geçirdim içimden.
“Bak şimdi: git bana bir
şişe viski getir, gerisine karışma. O üsteğmen ne istiyorsa, nasıl istiyorsa
öyle yapsın. Ben hepsini hallederim. Sen korkma, işine bak.” dedi. Ben bir kere
daha şaşkındım. Bu sorun gerçekten bu kadar kolay çözülebilecek miydi? Teşekkür
ettim, selam verip ayrıldım.
Devir teslim işi Perşembe
akşamı bitti. Tutanaklar itirazsız imzalandı. Reşat Üsteğmenin sözüne güvenilir
biri olduğunu az çok biliyordum ama bu kadar etkili olacağını düşünmemiştim.
Viski borcumu ödesem de minnet borcumu hiçbir şekilde ödeyemezdim. Yarın,
Pazartesinden başlamak üzere 15 günlük iznimi alarak askerliğe veda edecektim.
O an yer yüzünde benden mutlu kimse yoktu her halde.
Cuma günü sabah
arkadaşlar görevleri başına gitmeden yerlerinde ziyaret ederek birer,
birer vedalaştım. Grup komutanlığı
odasına gelip kişisel eşyalarımı topladım. Çay söyledim kendime, bir de sigara
yakarak son defa kurulduğum koltukta değişik hayallere dalıp gitmişim.
Kapının bilmem kaçıncı
tıklanması ile hayal dünyamdan sıyrıldım. İçeri giren Grubun posta onbaşısıydı.
Selam çaktıktan sonra elindeki sarı zarfı bana uzatarak; “ Bu yazı size
gönderilmiş komutanım.” dedi. Zarfı sevinçle aldım. “Peki, teşekkür ederim.
Çıkabilirsin.” Deyip zarfı heyecanla açmağa davrandım. Nihayet izin belgem ve
tezkere yazım gelmişti. Önce Yozgat'a babamlara uğrayacak, birkaç gün kaldıktan
sonra Ankara’ya geçecektim. Ankara otobüslerinde yer bulmak sorun olmuyordu
nasılsa. Zarfın içinden çıkardığım dörde katlanmış kâğıdı açtım. Kâğıtta aynen
şöyle deniliyordu:
Sayın pyd. Teğmen İsmail İlhan, 2. Grup
Komutan V. Temel tepe , Sivas
Disiplinsiz
davranışlarınız ve üstlerinize karşı göstermiş olduğunuz itaatsizlikler
nedeniyle Askeri Disiplin
yönetmeliğinin … maddesi uyarınca 15 (on
beş) gün kışlanızda hücre hapsiyle cezalandırılmış bulunuyorsunuz. Kararın
titizlikle yerine getirilmesi gereği ilgili mercilere iletilmiştir. Bilgileri.
–
Tugay Komutanı Tuğ
General E.K.
İmza
buyuk bir keyifle okudum, kaleminize saglik! ama olacak is degil hakikaten :)
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSil